1 Ekim 2011 Cumartesi

Maykop'ta 1 Haftalık Ramazan Bayramı Gezisi







         Uzun yıllar süren soğuk savaş dönemi yetmiyormuş gibi,12 Eylül 1980 deki askeri darbe tarafından derneklerimizin kapatılmasından dolayı, son derece örgütsüz ve çok hazırlıksız yakalandığımız, 1989 yılında Sovyetler Birliği dağıldığından beri, diasporada yaşayan birçok Kafkas kökenli insan gibi benimde anavatanı bir kez bile olsa görme umudum canlanmaya başlamıştı. Daha sonraları kurulmaya başlanan dernekler kanalıyla, Anavatandaki cumhuriyetler ile oluşturulan bağlantılar sayesinde "Dönüş"  hayalleride gerçekleşmeye başladı.1993 yılında Kafder tarafından derneklere gönderilen bir yazıda çifte vatandaşlık başvurusu için oraya gitme şartı kaldırılmış olduğu bilgisi doğrultusunda gerekli evrakları tamamlayıp Kafder'e göndermeme rağmen konuyla ilgili hiç bir gelişme olmaması ve bu evrakların akıbetinin belirsiz kalması uzun bir süre hayal kırıklığı yaşamama sebep olmuştu. 
              Hayalim; Anavatana dönmek, varsa oradaki akrabalarımı bulmak, orada aile kurmak, yaşamımın kalan kısmını orada idame ettirmek ve en önemlisi oraya katkı sağlayacağını düşündüğüm bazı şeyleri orada hayata geçirmekti.(My Blog List)
              2011 İlkbaharında Güney Marmara Kafkas derneklerinin Bandırma Kuzey Kafkasya Kültür Derneği'ne verdiği, Kafkasya'ya gezi düzenleme görevine istinaden bu derneğimiz, Ramazan Bayramı tatilini orada geçirmek isteyen bölge sakinlerinden oluşan 38 kişilik bir kafile  oluşturarak 28 Ağustos- 2 Eylül 2011 tarihleri arasında benimde katıldığım bir gezi gerçekleştirdi. Kafilemiz gerçekten çok saygıdeğer ve nezih insanlardan oluşmuş ve gezimiz  hiç problemsiz bir şekilde sonuçlandırılmıştı. Bu vesileyle  gezimizi düzenlemekte büyük emeği olan Bandırma  K.K.K.Derneği Başkanı  Sayın (Adza)Namık Nart'a teşekkürlerimi sunuyorum. Temennim odurki; Bu ilk olmuştur ve geleneksel hale getirilerek her müsait zamanda  tekrarlanır.


Sabiha Gökçen'de
Sabiha Gökçen Havalimanında iftar


28 Ağustos 2011-Pazar

                 Uzun yolculuklardaki tecrübem sayesinde yola rahat bir kıyafetle çıkmayı tercih ettim. Biraz tuhaf gibi gelebilir ancak eşofman giydim, yol kıyafeti olarak.
Saat 14:00 da Bandırma'dan İstanbul Sabiha Gökçen Havaalanına hareket eden özel olarak kiralanmış otobüsümüz çok keyifli bir yolculuktan sonra 18:00 da bizi havalimanına ulaştırdı. Gidiş yolculuğu Ramazan ayı içinde olduğu için kimimiz seferi idik,  oruçlu olanlarımız ise İftarı havalimanında yapmak zorunda kaldılar. İşlemlerimizi tamamlayıp uçağa binmemiz saat 22:00 cıvarında idi. Bu 5. uçuşum oluyordu ve böyle bir şey görmedim. İki saatlik uçak yolculuğunda ikram diye bir şey yok.Herşey parayla. Sözde uçak yolculuğu yaptık. Otobüslerde!!! Pardon köy minibüslerinde  bile yolculuk  daha kaliteli.
 Bu yolculuk esnasında güzel şeylerde  olmadığı söylenemez. Kafilemiz Tağematelerinden (Neşuko)Cihat Beyin köylüsü olduğunu öğrendiğimiz, babası Maykop'ta cafe işletmeciliği yapan Neris isimli genç ve güzel bir Adığe pşhaşşenin tesadüfen bizimle aynı uçakta oraya gidiyor olması, kafilemize yakın ilgi ve alakası ile, gümrük geçişinde ihtiyaç duyan herkese tek tek yardımcı olarak, işleri kolaylaştırması kafilemiz açısından bir şans olmuştu.



Uçakta giderken




29 Ağustos 2011-Pazartesi(Arefe)

               Krasnodar havaalanına indiğimizde yerel saat 01:30 idi. Piste iner inmez ilk dikkatimi çeken şey, hiçbir yerde görmediğim kadar çok özel jetler sıra sıra dizilmiş olmasıydı. Bu küçük denebilecek havaalanında bu kadar çok özel jet olması şaşırtıcı oldu elbettte. Demek burada ekonomik geçim standardı benim tahminimden çok yüksekmiş.Tur operatörümüz Osman bey tarafından kafile başkanımız Namık beye daha önceden verilen bilgi gereği havalimanındaki işlemler için acele etmememiz istenmiş, ve bizde önce rus vatandaşlarının işlemlerini bitirmesini beklemiştik. Bu psikolojiyi bilen bilir. Hangi ülke sınırlarında olduğunuza göre ya süt dökmüş kedi, yada aslan parçası olursunuz. Zaten gece yarısı idi ve acele etmenin bir anlamı da yoktu. Ruslar işlemlerini tamamladıktan sonra bizde rahat bir şekilde gümrükten geçtik ve Allahıma bin şükür olsun ki, ata topraklarına ayak basma mutluluğuna erişmiş olduk. Yere öyle bir basıyorum ki, sanki kök salıyorum toprağa. Oradaki köklerimle buluşmak istercesine...Öyle bir nefes alıyorum ki her seferinde, sanki oranın bütün havasını ciğerlerime doldururcasına... Hiçmi hiç yadırgamıyorum bulunduğum yeri. Sanki binlerce yıldır burada yaşamışım ve hep buraya aitmişim.
-"İşte burası senin vatanın"  diyorum kendi kendime. "Gelemesende göremesende senin başka vatanın yok. Sen buraya aitsin..."
Bizi Maykop'a götürecek otobüsü  beklerken herkes pürneşe bir muhabbet bir espri herkes birbirine. 
Dıguh pşhaşşe  Yıldız 
-Şapsığ Abi! Hadi iyisin. Geldin sayılır vatanına.  Az kaldı.
- Hah hah hah.Asıl buraları benim vatanım. Şu anda vatan topraklarına ayak basmış bulunuyorum. Benim dedelerim Kuban bölgesinden sürgün edilmişler.  Tarihi kaydedin biryerlere. "Şapsığın Krasnodar'a ayak bastığı gün" diye...
-Eeeee madem öpsene toprağı. Hani filmlerde olur ya...
-Yaaa öpecemde... Her tarafı fayansla kaplamışlar, Şhapsığo toprağı öpemesin diye :)))..
Bir müddet sonra otobüsümüz geliyor ve yaklaşık iki saatlik bir yolculuktan sonra Maykop Haçeş'te üç bekar arkadaş olarak 307 nolu odaya yerleşiyoruz.



Haçeş Maykop Oteli


                    İçimizde en yaşlı ben olduğumdan Adığe Khabze gereği baş köşedeki yatağı bana bırakıyorlar ve kendileri kapıya yakın yatakları paylaşıyorlar. Yatakları derken odamız gerçekte iki yataklı. İkinci yatak (Guğoj)Ümit adlı oda arkadaşımıza düşerken, (Tlışe)Özgür'e kapının yanındaki üç kişilik koltuk kalıyor yatak olarak. Banyolarımızı alıp uyku moduna geçiyoruz.
Maykop'un o tertemiz havasında, kısa sayılabilecek ancak deliksiz bir uykudan, son derece dinç bir şekilde uyanıyoruz. Musluktan akan o demir gibi suyla el-yüz temizliğinden sonra, yolculuk esnasında sahur yapamadığımdan dolayı kendime oruç tutma konusunda güvenemediğim için seferi olmaya karar veriyorum ve ilk kahvaltımızı Dışeps Cafede yapıyoruz. Burada bizi bir sürpriz bekliyormuş meğer. 1990 yılında derneğimizin kurulmasında öncülük ederek büyük özverilerle bize bir dernek kazandıran, daha sonra "Anavatana Dönüş" yaparak toplumsal hizmetlerine burada devam eden değerli thamatemiz Sayın (Meşfeşşü)Necdet Hatam bu ilk kahvaltımızda kafilemizi  ziyaret ederek bizleri onurlandırıyor. Birde Tlışe Doğan Beyle tanışıyoruz. Benim hayalimi yıllar önce gerçekleştirmiş olan.
                 İkisinden de gerekli bilgileri alıyoruz Adıgey ve özellikle Maykop hakkında. Adıgey Cumhuriyeti'nin, dolayısıyla Adıgeleri diğer toplumlardan ayıran karakterini ortaya çıkaran bir özelliğini öğreniyoruz. Oda şu; ne kadar vefakar oldukları... Diğer   tüm eski sovyet cumhuriyetlerinde yıkılan Lenin heykellerinin, hala yıkılmamış olduğu tek Sovyet Cumhuriyeti Adıgey.


Lenin Meydanı
(Maykop'ta gezerken iki  ayrı yerde gözlerimizle şahit oluyoruz buna) Bu da Adğelerin, adeta bir meşe ağacı gibi her daim dik durabilen, esen rüzgara göre her yöne eğilmeyen özelliğini teyid ediyor kanımca.













 










Şheguaşe Nehri
Maykop şehir parkı


                     Bugün Maykop'u tanıma günümüz. Daha ilk günden farkı farkediyorsunuz. Tam bir Avrupa şehri. Her taraf tertemiz. Çok geniş kaldırımlar ve yollar. Yollar adeta cetvelle çizilmiş gibi dümdüz gidiyor. Bir caddenin başından baktığınızda sonunu görebiliyorsunuz çoğu yerde. Kaldırımların yol tarafında büyük yabani kestane ağaçları dizili. Türkiyeden giderek esnaflık yapanlar hariç, kaldırımları işgal eden ne bir işyeri, ne bir araç, ne de Tibet Öküzü gibi kaldırım ortasında yayaların geçişini zorlaştıran kimse göremezsiniz. Burada herkes toplumsal yaşam kurallarına azami şekilde riayet ediyor.
( Umarım Adıgey yetkilileri bu durum yaygınlaşmadan gerekli önlemleri alırlar.  Yoksa ileride Türkiyedeki gibi önü alınamaz bir rezalet oluşabilir orada da.)
              Binalar son derece bakımlı ve de hoş.  Göz zevkinizi bozacak hiç bir şey yok ortalıkta. Herşeyde estetiğe büyük önem verildiği  aşikar. Bayanlarını hiç sormayın. Herbiri seyrine doyum olmayan birer estetik abidesi. Otelimizle kahvaltı yaptığımız yerler arasında  yaklaşık 200-250 metre mesafe var. Trafik ışıkları bile olmayan bir yoldan karşıdan karşıya geçerken, araçlar 5- 10 metre kala duruyor ve size yol veriyor ki, ışıkları olan yerleri siz düşünün. Parklarda gezerken merkezi yayından yapılan  Kafkas müziği geliyor kulağınıza. İşte! Vatanınızda olmanın karşı konulmaz mutluluğu... Bir bakıyorsunuz Kafkas müziği eşliğinde Adğe gençleri Adğe gegu yapıyorlar hemen oracıkta. Derken rus müziği, hatta  batı müziği çalınıyor akabinde. Işıklı havuzların sularıda, danslarıyla eşlik ediyor gençlere. Bir bankta otururken yanınızdan geçen küçücük çocukların bile Adğebze konuşmalarına şahit oluyorsunuz büyük bir memnuniyetle.

             Birde buraları ecnebi memleket zannedenler için belirtmeden geçemeyeceğim birşey var elbette. Burada gayet güzel ve büyük  Camiiler  var. Beş vakit ezan okunan ve namaz kılınan. Maykop'un neresinde olursanız olun, ezan sesini duyabiliyorsunuz. Namaz kılmak size kalmış...





Şehrin görülmesi gereken yerlerini gezdikten sonra  Milli Müzeyi de ziyaret etmemizi sağlıyor mihmandarlığımızı yapan Necdet abimiz. Aslında tadilatta olmasına rağmen ziyaret etmemize izin veriliyor. Burada tarihimizle ilgili çok değerli bilgilerle donatılıyoruz yetkililer tarafından.
(Maykop'a gidenlerin mutlaka ziyaret etmesi gereken bir yer.)

Adıgabze Kur'an


Идз(ы) Пае Ун(э)= Yidz(ı) Paye Wun(e): Dışarıya kuru olarak çıkmak için oda
Идз(ы)=Yidz(ı): Kuru olarak dışarıya atılmak(çıkmak)
Пае=Paye:için(bağlaç)
Ун(э)=Vun(e):Ev,Oda 
Bu isimdende anlaşılacağı gibi, Kafkasya'da "Yispevun" adıyla bilinen ve  dünya literatüründeki  adı "Dolmen" olan bu yapılar, ani bastıran yağışlarda ıslanmaktan kurtulmak, yağış kesildikten sonra kuru bir şekilde dışarıya tekrar çıkabilmek,avcılar veya çobanlar tarafından sürekli yanında taşıması zorluk çıkartan gıda türü şeyleri gerek  olumsuz  hava şartlarından, gerekse yabani hayvanlardan  korumak   amacıyla Neolitik çağlarda yaşayan atalarımız tarafından tasarlanmıştır.





 









30 Ağustos 2011-Salı(Ramazan Bayramı)

               Eveeeeeett!!! Bu gün Ramazan Bayramı...İlk başlarda hiç bitmeyecekmiş gibi gelen 11 ayın sultanı bizden ayrılıyor bugün. Nasıl geçtiğini anlamadan. Artık tutanda bir tutmayanda.
Sayın abim (Tlışe)Sadullah sabah erkenden kapımızı çalıyor, bayram namazına hazırlanmamız için. Ümit  zaten kalkmış ve banyoda. Sonra Özgür de banyoyu kullanıyor. Ben onları beklerken tekrar uykuya dalıyorum ve onlar çıkıp gidiyorlar. Yeniden uyanıyorum ki vakit epey ilerlemiş. Treni kaçırdığımı düşünerek ağırdan alıyorum. Meğer, neler kaçırmışım neler... Camiiye giden arkadaşların anlattığına bakılırsa (hani birilerinin kurmaya çalıştığı o) "Medeniyyyyetler İttifakı" burada çoktaaaan fiilen kurulmuş bile. Bayram namazına Adıgey devlet erkanı, müftüler, imamlar, papazlar,hahamlar,adıgeler,ruslar,araplar,zenciler... Her ırktan,her milletten her dinden insan iştirak etmişler. Ben hariç. Tabii nede olsa ittifaklar üstü bir Şhapsığo olduğumuzdan:))
Bir güzel haber de, bu bayram ilk defa Ramazan Bayramı resmi tatil olarak kabul edilmiş Adıgey Cumhuriyeti'nde.

Maykop Camiindeki Bayram namazı video görüntülerini izlemek için alttaki linkini tıklayınız..
http://www.facebook.com/vahdettin.bayram#!/photo.php?v=2378676868453

               Bayram namazına gidenler döndükten sonra, kafile olarak bayramlaşmak amacıyla otelimizin hemen yakınındaki Tetiy Cafede toplanıyoruz. Kafilemizdeki çocuklar türkiyedeki görgü kuralları gereği büyüklerin elini öpmeye çabalıyorlar, ancaaak burada Adğe Khabze geçiyor ve el öptürülmüyor. Çocuklar son derece şaşırıyorlar bu duruma. Ayrıca herkese ismiyle hitab edilmesi gerektğini,anne,baba, abi, abla,amca,dayı gibi sıfatların, bizde kullanılmadığını da  öğreniyorlar.  Budaaaaa en çok her daim küçük kardeş muamelesi görmekten muzdarip Simoş'un(Smara) hoşuna gidiyor.





Bayramlaşma faslı biter bitmez herkes kahvaltısını yapıyor ve programda Mafekhable köyü gezisi olduğundan otelin yanında bizi bekleyen minibüslerle  Mafekhable köyüne hareket ediyoruz. Köyde ilk duraığmız  köyün Camiisi. Burada bize içecekler ikram ediliyor ve gezi organizatörümüz Osman bey tarafından köy hakkında bilgilendiriliyoruz.
                 Mafekhable Maykop'un 4 km. kuzey-doğusunda hemen anayol kenarında. 1 Ağustos 1998 de Yugoslavya'dan dönüş yapan Adığeler için kurulmuş bir köy. Bu nedenle "1 Ağustos" Adıgey Cumhuriyeti'nde "Dönüş" günü olarak kutlanıyor. Fakat daha sonra diasporadan dönüş yapanlara buradan  1.5 dönüm ücretsiz arsa vermeye başlamışlar. Şu andaki durum ise, sadece 750 metrekare arsa ücretsiz olarak veriliyor ve siz evinizi kendiniz inşa ediyorsunuz. Bölgede gayrımenkul fiyatları müthiş bir hızla artıyormuş. Maddi gücü olanların 2014  Soçi Kış Olimpiyatlarından önce buradan gayrımenkul almaları  faydalı olacaktır. Olimpiyatlardan sonra bölgeden gayrımenkul almak aşırı derece pahalı olacağı kesin. 




 
                      Köyün çevresini  şöyle bir turladıktan sonra Camii yanında bizi bekleyen minibüslerle tekrar Maykop'a  dönüyoruz. Yolda,  hediyelik eşya alamayı düşünenlerin talebi üzerine Maykop'ta Adıge Wune adında hediyelik eşya satış yerine gidiyoruz. 38 kişilik bir kafile için çok küçük bir yer. Satış elemanları tam şok içindeler.Kimin sorusuna ne cevap vereceğini şaşırmış haldeler. Üstelik dil problemi de var. Burada benim için yeni bir hayal kırıklığı daha.... Hiçbir yerde bulamadığım  Kendi Adğe Tlekoatsemiz olan Ş'erenko çipkhesini burada da maalesef bulamıyorum. Hiç olmazsa babaannemin sülalesi olan Pşewu olsa... o da yok. Bari anne tarafından biri olsun.. Şowgen yok işte yok yoook.Oda yok.  Haa anneannem Şheguaşe. O var ancak, bir tanecik kalmış. Onu da  değerli wunekoşum kardeşim Aran'ın alması daha uygun düşüyor ve o satın alıyor.  Küstüm işte hiçbir şey almıyorum:))
                      Her ne kadar ben birşey almasamda, diğer arkadaşlar uygun buldukları birçok hediyelik eşya satın alıyorlar. Herkes alışveriş işini tamamladıktan sonra Osman bey bizi merkez dışında başk bir çarşı olan Çemüşö  bölgesine götürüyor ve oradaki çarşı hakkında bilgilendiriyor. Hem bayram tatili olduğundan, hemde mağazaların kapanış saatinden sonraya kaldığımız için  açık mağaza bulamıyoruz. Vakit hayli ilerledi akşam olmak üzere, offff hemde acıktık. Eee şimdi nereye gidilir? Tabiki önce otele, sonra da hangisinde yer varsa ya Tetiy, yada Dışeps Cafede akşam yemeğine. Ve ardından bu Şhapsığo alemlere akıyor:)))


31 Ağustos 2011-Çarşamba






Bu gün benim açımdan çok önemli. Programda  Khacıyukh kanyonu, Guzerıpl  ve Mezıdah gezileri var.  Tabi bir alaka kuramayacaksınız bunlar neden bu kadar önemli? Önemli olan  şey başka. Bu gün, hayallerimi gerçekleştirmem konusunda bana katkı sağlayacak kişiyle tanışmamız söz konusu!!! Benim anavatana dönerek, adapte(bir iş sahibi) oluncaya kadar beni destekleyebilecek imkana sahip, orta yaşlarda bir Adğe pşaşe ile evlilik arayışı içersinde olduğumu bilen, bana uygun bir arkadaşı olduğunu ve bizleri tanıştıracağını söyleyen  Goşemaf ile geldiğimizden beri bir türlü irtibat kuramamıştık. Taaki dün, o bizim Maykop'a geldiğimizi öğrenip, tam Mafekhable'ye  hareket etmek üzereyken bizi bulduğu ana kadar. İşte o andan itibaren bu işin olacağına artık kesin gözüyle bakmaya başlıyorum.
             Herkes kahvaltısını edip hazırlanınca otobüsle, ilk olarak Khacıyukh kanyonuna doğru yola koyulduk. Bir müddet dümdüz bir ovada, tarımsal üretim yapılan yer yer meyve bahçeleri arasında  ilerledikten sonra, Kafkas sıradağlarının  o eşi benzeri bulunmaz güzellikte, doğanın her rengini, sayısz bitki ve ağaç türünü  barındıran, öyle sarp ve haşmetli  görüntüsü eşliğinde, hoparlörlerden yayılan Kafkas müziği dinleyerek, kıvrım kıvrım yollarından doyumsuzca  seyrederek  kanyona vardık. Oraya öyle istediğiniz her yerden girebilmeniz mümkün değil. Giriş ücretli. Biz kalaba olduğumuz için hepimiz tek olarak değilde, toptan ücretimiz organizatörümüz Osman bey tarafından  ödeniyor ve bizde kolayca içeriye geçiyoruz. Hemen girişte hediyelik eşya satan birçok tezgahta son derece hoş, türlü ürünler sergileniyor.Ormanlık bir alanın içinde çok sarp kayaların arasından kanyona ulaşabilmek için gerekli yerlere köprüler ve merdivenler  kurulmuş. Tam kanyonun üzerindeki körüden aşağıya baktığınızda ürperiyorsunuz. Herkes adeta şaşkın durumda gördükleri bu değişik manzara karşısında. Herbirimiz dikkatini çeken yöne gidiyor. Kimimiz oraya kimimiz buraya. Darmadağın oluyoruz.Osman bey bu durumdan panikliyor ve  programın aksayacağını düşünerek, burada daha fazla zaman geçirmeden  hemen toplanıp yola çıkmak istiyor. O istiyorda... Haydi gelde topla şimdi milleti kolaysa. Kanyonun bitiminde çocuklar suya girmiş yüzüyor. Hani benimde canım çekmedi desem yalan tabi.  Ahhh yanımda mayom olsaydı. Kimse beni bir yere götüremezdi orada o billur gibi akan Belaya nehrinin suyunun tenime değişinin hoşluğunu bir nebze olsun hissetmeden..
                  


 





                 Biraz zor olsada oradan ayrılıyor ve Guzerıpl'e doğru yola çıkıyoruz. Bu taraflarda yollar daha yokuş, manzara dahada muhteşem. Önceleri dünyaya meydan okurcasına yükselip giden dağları seyrediyorduk. Şimdi ise dağlardan aşağıları seyrederken, kendimizi tam bir Kafkas kartalı gibi hissederek,  Lago Nake vadisinin batı tarafındaki yamaçlarında yol alıyoruz. Aşağıya baktığınızda Belaya nehri bu vadinin ortasından öyle kıvrımlar çizerek ilerliyorki , o da sanki bu eşsiz manzaradan hiç ayrılmak istemiyor. Yolunu uzatabildiğince uzatmak istiyor gibi.  Guzerıpl'e vardığımızda görüyoruzki,. burada da şehirden daha ucuz hediyelik eşyalar satılıyor fakat belge alma imkanı olmadığından, özellikle kılıç-kama gibi değerli eşya almanız riskli. Çünkü bunları gümrükten geçirmek oldukça zor, hele birde belgesiz olursa imkansız gibi.

Burada ücret karşılığında yamçı, kalpak, kama, bjamiy ve akordiyon temalı, fonda ise Lago Nake manzaralı hatıra fotoğrafı çektirebiliyorsunuz. Her ne kadar gördüğünüz manzaranın seyrine doyamasanızda gezi programınızı aksatmadan tamamlamak adına diğer görülecek yerleride bir an evvel görebilmek için bulunduğunuz ortamdan istemesenizde ayrılmak zorunda kalıyorsunuz. Şimdi sırada Mezıdah var. Guzerıpl'e geldiğimiz yoldan geri  inerken, geliş yolculuğunda seyrine doyamadığımız o manzaraları bu kez tekrar daha büyük bir haz duyarak seyrediyoruz. Çünkü bunun bir dahası olmayabilir.Her detayı adeta hafızanıza kaydetmeye çalışıyorsunuz. Adını bu bölgeden alan Belaya Irmağının hemen kenarındaki Guzerıpl köyüne inince sağa sapıyoruz ve çok yakınındaki piknik alanına geliyoruz. İşte burada  yapacağımı yapıyorum. Her ne kadar mayom olmadığı için yüzemesemde, hemen ayakkabılarımı ve çoraplarımı bir çırpıda  çıkarıp suya dalıyorum. Pantolon ıslanmış kimin umurunda. Su öyle soğukki sanki kaynağından yeni çıkmış memba suyu. dayanabildiğim kadar çıkmamakta kararlıyım da... Bir müddet sonra Tleserko Melek yanıma geliyor ve kendime çeki-düzen vermem konusunda beni uyarıyor. Çünküüü telefonla haber gelmiş. O önemli an yaklaşıyor!! Goşemaf ile müstakbel kaşenim olacak arkadaşı yoldalarmış ve bizim bulunduğumuz yere geliyorlarmış. Bende mecburen  sudan çıkıp kotumu kurutmaya çalışıyorum. Aman karizma çizilmesin!!!



Belaya Irmağı(Guzerıpl)


 
Biz suda gezinirken  kafilemizdeki hanımlar hem semaver çayı yapmışlar, hemde nevale olarak poğça hazırlamışlar.  Nevaleler yendikten sonra çaylarımızı henüz  yeni bitirmiştik ki, o önemli anın gelip çattığını yine Tleserko Melek haber veriyor..Eyvaaaah!!! Çare yok geldikleri aracın yanına gidip tanışıyoruz ve o geldikleri araçla kafileden ayrılarak, şu an ismini hatırlayamadığım çok hoş bir restoranda hem daha detaylı tanışıyoruz hemde sipariş ettiğimiz yemekleri yiyoruz. Sonuç olarak görüyoruz ki, evlilik için aradığımız özellikleri birbirimizde bulamıyoruz. İşte bu an bütün hayallerimin yıkıldığı andır. Off offf moralim sıfırın altına inmiş durumda. Bu dostane muhabbete engel değil elbette. Bundan böyle havadan sudan muhabbet kanalına geçiyoruz. 





Akşam yemeği ise kafile olarak Adıge Wune adlı bir restaurandta olduğundan kafiledekilerle telefonlaşıp oraya gidiyoruz. Biz diğerlerinden biraz erken gelmişiz. Bu durumdan istifade mekanı daha detaylı inceleme fırsatımız oluyor. Çok otantik tarzda dekore edilmiş, tam eski Adıge Wuneler gibi örme çit avlu içinde, herşey sadece Adıgelere has materyallerden oluşuyor. Adıge Wune adını gerçekten hakediyor bu yer. Masalarda öyle çok yemek varki hangini yiyeceğimi şaşırmış durumdayım. Zaten çok kısa aralıklarla iki defa yemek yemiş olduğumdan olsa gerek pek bir şey de yiyemiyorum zaten. Yoksa moralsizliktenmi? Bahanemi uyduruyorum ki? Çerkes karnı doyunca ne yapar? Tabiki gegu. Herkes yemekleri daha bitirmeden içeride çalınan Kafkas müziğinin etkisiyle bir anda kendimizi gegu atmosferinde buluveriyoruz. Zavallı ben dokunsanız ağlıyacakken bir nebzede olsa moral buluyorum ve oynayanlara bile eşlik ediyorum. O duygu karmaşası içinde bir Şeşen oynamaya başlıyorum ki hiç sormayın. Nasıl haşin oynamışsam ayakkabılarımdan biri parçalanıyor. Çaresiz kimseye farkettirmemeye çalışarak oyunu bitirmem gerekiyor. Benim bunda ne suçum var ki? Kader utansın. Eyvah ne yaparım diye düşünürken, her ihtimale karşı yedek olarak getirdiğim kundura tipi ayakkabılar geliyor aklıma. Her ne kadar tarz değiştirmek zorunda kalacak olsamda derinden bir oh çekiyorum. Gecenin ilerleyen saatlerinde herkes üçer dörder kişi olarak  taksilerle otele dönüyor.  Uyku tutmuyor bir türlü. Dışarıda zaman geçirmeye çalışıyorum elimden geldiğince. Vakit ilerledikçe havada iyice serinlemeye başladı. Gelmeden Maykop'un meteoroloji raporuna baktığımda yağmur gösteriyordu fakat tahmin tutmadı. Bu gün çok yoğun bir gündü en iyisi uyuyamasamda gidip yatmak.

1 Eylül 2011-Perşembe

Gece  boyunca karmaşık duygular içinde çok az bir uykuyla sabahı yapabildim. Sabah kalktığımda tarifsiz bir moral çöküntüsü içinde buluyorum kendimi. Bu gün Tahtamukoy  ziyareti olacak. Belki orada bir şans yakalayabilirim. Gidip bir kahvaltı yapayım önce bakalım. Tetiy Cafede içerisi dolu. Prensip olarak kaldırımlardaki masalarda yemek yemeye karşıyımda...  Dışeps'e  gitmeyede üşendiğimden  dışarıdaki boş bir masaya  oturup siparişimi veriyorum.  Siparişimin gelmesini beklerken  içeride hemen cam kenarındaki masada kahvaltı yapan  güzel bayanları farkediyorum. İçlerinde öyle bir tanesi varki, görür görmez gözlerim faltaşı gibi açılıveriyor. Onlar da bunu farkedince  kendi aralarında gülüşmeye başlıyorlar. Bu durum onunda hoşuna gitmiş olacakki memnuniyetini belli eder bir şekilde tebessüm ediveriyor. Mesaj alınmıştır. Ufukta yeni bir aşk doğuyor:) Bir taraftan kahvaltımı yaparken bir taraftanda  onların kahvaltılarını bitirmelerini bekliyorum. Eveeet işte kahvaltıları bitti ve kalkıyorlar.  hemen kahvaltımı yarım bırakıp tanışmak için yanlarına gitmek üzereyim ki, değerli wunekoşum Aran ailesiyle birlikte vereceği siparişi, dil problemi olduğu için benim vermemi rica ediyor yanlarından geçerken. Tam onların siparişlerini vermek için içeriye adım attığım anda onunla karşılaşıyorum hemen kapıda. Hala aklımdan çıkaramadığım gözleriyle buluşuyor gözlerim. Yine yüzünde o tatlı tebessüm. Selamlaşıyoruz.
- Zdrasti:)
- Grastiviti:)
Güzelliğinin yanında ses tonuda öyle yumuşak ve hoşki. Kalp atışlarım hızlanıyor birden. Kanım daha bir sıcak akmaya başlıyor sanki damarlarından. Ben içeride siparişleri verinceye kadar oyalanmalarını diliyorum içimden. Siparişleri verdikten sonra kendi kahvaltımın ücretinide ödeyip, hemen dışarı fırlıyorum. Yöneldikleri tarafa bakıyorum lakin göremiyorum onları. Acaba diğer yöne mi gittiler? O taraflardada yoklar maalesef. Sanki yer yarıldı da dibine indiler.  Kaybolup gittiler. Bir aşk daha doğmadan batmış oldu böylece:(  Hani bir atasözü var ya, "Köpeğin duası kabul olsa, gökten pastırma yağar" diye. Bizimkide tam o durum.
Tahtamukoy gezisini organize etme görevini üslenen kişiler bu organizasyonu gerçekleştiremeyeceklerini haber veriyorlar başkanımız Namık beye. Yapılacak birşey yok. Program iptal. Herkes bugün serbest. Yapacak  pek birşey yok.  Yalnız başıma parklarda dolaşırken hava bulutlanmaya başlıyor. Maykop'a gelmeden baktığım hava tahmin raporu bir gün şaşmayla tutuyor. Yağmur yağmaya başladığında oradakilerden kimileri hemen kaçıyor, kimileride benim gibi  pek akıllıca  olmasada (Ağaçların yıldırım çekme özelliği olduğu için yıldırıma çarpılma riski vardır.) bir ağacın altına sığınıyor.  Büyük kestane ağaçlarından yağmur damlaları yavaş yavaş ıslatmaya başlayıncaya kadar yağmurun hızı kesiliyor. Fırsattan istifade birazcık ıslanmış halde hemen oradan uzaklaşıyorum. Otele gidip ıslanan kıyafetlerimi değiştiriyorum. Otelde biraz oyalandıktan bir müddet sonra hava açılıyor. Tekrar dışarı çıkıp şehrin değişik yerlerini geziyorum. Akşam olduğunda yine Tetiy Cafeye yemek  için gittiğimde bendeki durğunluğu farkeden arkadaşlar masalarına davet ediyorlar. Beni neşelendirmek için espriler yapıyorlar ancak kafam çok dağınık. Yalnız  ve düşümcelerimle başbaşa kalmak istediğimden nazik davetlerini yine aynı nezaketle reddediyorum.  Olumsuzluklarım böyle üstüste gelmesi aşırı derece moralimi bozmuş olduğundan gezmektende vazgeçiyorum.

2 Eylül 2011-Cuma

En zor günümüz. Bugün  çaresiz dönüş yolculuğuna başalamamız gerekiyor. Gezi programı olmadığı için oldukça geç saatte kalkıp, bavulumu hazırladıktan sonra   kahvaltı yapmaya gidiyorum. Bugün her nedense cafelerde geç olduğu halde açık değiller. Yolda başkanımız Namık beyle karşılaşıyoruz. Birlikte biraz şehirde gezdikten sonra yeniden otele dönüyoruz. Otelde  oda arkadaşım Özgür ve ben birlikte kahvaltı etmeye karar veriyoruz.  Özgür bavulunu hazırlayıncaya kadar ben Dışeps Cafeye gidip siparişimi veriyorum. Kahvaltıya daha yeni başlar başlamaz Özgür'de yetişiyor. Yanıbaşımızdaki masaya dört genç ve güzel bayan gelip oturuyorlar. Adıgabze konuştuklarını duyunca ilgim dahada artıyor haliyle. Hem Adıgabze konuşmaları hoşuma gittiği için, hemde şansımı sonuna kadar zorlamak istediğimden  tam onlar konuşuyorlarken laf atıyorum kıra döke konuşabildiğim Adıgabzemle.

-Şo Adığe?
-Arı...
- Bo si guape huğa. Terı turkıyemge tı kakuağ mıde.
-Fesapş.
Artık şansımı zorlamamın zamanıdır..
- Terı kaşeko tıkakoağ. Mış pakemge kapşenım tıfey.(kendimizi bıraktık. Özgür adınada konuşuyoruz heyhat.)
Biraz umursamaz alaycı bir ifadeyle;
-Çeçenım şk'o!!!
-!!??!!
Eyvaaaah. Çam devirdik galiba. Biraz damdan düşer gibimi oldu ne. Hemde kendilerini aşağılanmış hissettiler demekki. Hani kendilerini savaştan dolayı biçare düşmüş Çeçen kadınlarına benzettiğimizi, sanki istediğimizi hemen alıp götürebileceğimizi  düşünüyormuşuz izlenimi verdik belki. Nasıl bir manevra yapsamda durumu kurtarsam acaba?
-Ha'u. Şorım  fede zı Adığe pşhaşşe dehaşemre kapşenım tıfey.
-!!??!!
Ohhhhh!!!Bu defa nutkunun tutulma sırası onlarda. Soğuk bir hava esmeye başlıyor. Cevap bekliyorum. Daha başka bir diyalog oluşmaması için olsa gerek cevaplamıyorlar. Hava daha da soğuyabilir. En iyisi şansını fazla zorlama.
 Bir başarısız girişim daha böylece sona eriyor. Bütün umutların tükendiği andır bu. Kahvaltı bitince oradan ayrılırken  yinede bir  temennah yapayım da yiğitlik bizde kalsın diyorum.
-Şöşiy mafe ş'u.







Bugün  saat 12:00 de herkes odalarını boşaltmış olarak 17:00 a kadar  serbestçe  geziyor ve hediyelik eşya temini için her buldukları mağazaya dalıyorlar.Hareket saatinde kafilemiz dönüş yolculuğu için otelin önünde toplanarak akrabası olan akrabalarıyla, orada tanışılmış ve uğurlamaya gelenlerle vedalaşarak otobüsle Krasnodar'a hareket ediyoruz. Krasnodar'dan Maykop'a gelirken gece olduğu için çevreyi görme imkanımız olmamıştı. Bu defa Kuban havzasındaki uçsuz bucaksız, herbiri binlerce dekarlık çiftliklerle dolu ovayı hayranlıkla seyrederek çok zevkli bir yolculuk gerçekleştirdik. Bu yolculukta benim en fazla gözümden kaçırmamak istediğim Krasnodar yakınlarındaki Adamiy köyünü görebilmekti. Adamiy "Ademin yaşadığı yer" demektir. Eğer bu Adem başka bir Adem değilse, yaratılan ilk insan olan Hz.Adem olması çok büyük bir olasılık bence. Nihayet Adamiy tabelasını görüyorum ve yolun sağ tarafında Adamiy köyünü ilgiyle seyrediyorum. Otobüs hareket halinde olduğundan çok kısa bir sürede gözden kayboyor. Yaklaşık iki saatlik sorunsuz bir yolculuktan sonra  Krasnodar havalimanına geliyoruz. Gümrük işlemlerini bitirip uçağa geçişimiz neredeyse iki saatte oluyor. Bu defa rus bir çiftle birlikte yolculuk ediyoruz. Rusçamın yettiği kadar rusça, yetmediği yerde ingilizce muhabbet ederek yolculuğun nasıl geçtiğini anlamadım bile. Bu defa uçaktaki ikramda kusur yoktu tabiki. Gümrük işlemlerini bitirip havalimanından çıktığımızda bizi Bandırma'ya görürecek otobüsümüz hazır bekliyordu. Bu kez hem Ramazan ayı olmaması, hemde yetişmemiz gereken birşey olmaması sebebiyle mola verevere yolculuğumuzu tamamladık.

 3 Eylül 2011-Cumartesi

Bandırma'ya varışımız saat 05:00 cıvarında olmuştu. Birbirimize "iyi geceler"mi yoksa "günaydın"mı desek  evlerimize dağılırken? Eve varır varmaz hemen yatıp uyuyorum. Uyanarak gözlerimi açtığımda rüya bitmiş oluyor.
- Allah kahretsin. Yazıklar olsun bana.Yine buraya döndük işte.

Sonuç olarak benim açımdan her ne kadar amacına tam olarak ulaşılamamış olsada, sadece oraları görmek bile herşeye değer.
Not:(Bu organizasyonda emeği olan ve katılımları sayesinde yukarıda yazmaya çalıştığım gezi hatıralarımı yaşamama vesile olan herkese sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.)





Hiç yorum yok:

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Subscribe Now: standard

Translate