osmanlı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
osmanlı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Eylül 2019 Salı

ÇerkeZ Ethem mi cahil, yoksa ona "Cahil" diyen cühela mı?

Posted by Шlэрэнкъо







Yıllardır Ethem Beyi cahil, çetecilikten başka birşeyden anlamayan basit bir kişi olarak ifade eden bir sürü densiz aşağıda soracaklarımı cevaplasın lütfen...
Sizce cahil birisi;
1- Bakırköy Küçük Zabit Mektebi( Ast subay okulu) ni 1.likle bitirebilir mi?

2- Hadi oldu diyelim; Daha sonraki askerlik görevlerindeki başarılarından dolayı Vekil-i Zabit(Teğmen) rütbesine terfi edebilir mi?

3- 1. Dünya savaşında Teşkilat-ı Mahsusa bünyesinde 250 milyon nüfuslu bir imparatorluğun  en problemli bölgelerinde gizlilik ve tehlike seviyesi çok yüksek operasyonlarında görev alabilir mi?

4- Osmanlı devletinde yüzlerce paşa, binlerce zabit çaresizlikten kıvranırken 2bin süvari 3 bin piyadeden oluşan bir direniş örgütleyebilir mi?
     Şu aşağıdaki resimde kırmızı çizgi ye iyi bakın. Hangi cahil 220 Km uzunlukta bir cephede kendinden 20 kat fazla mevcudu olan orduya 2 yıl boyunca direnebilir?
  
Batı Cephesi (220 Km) uzunlukta Kuvva-i Seyyare Savunma Hattı

5- Hadi örgütledi diyelim. bu 5bin kişi ile 200bin kişilik bir orduya 19 ay boyunca kan kustururcasına 376 çarpışmada zafer kazanabilir mi?

6- 2bin süvari için en az 2bin at gerekir. Sadece  bunların yemini temin edebilir mi?

7- Emrindeki 5bin kişinin tamamı birer "ölüm makinesi"ne dönüşmüş silahşör. Bunları bir cahil idare edebilir  mi?
Cevap ver! Böyle bir askeri dehaya "Cahil" diyen  cühela....

21 Kasım 2018 Çarşamba

Kuştenhable'nin Kuruluşu

Posted by Шlэрэнкъо

Kuştenqo Bram,
 

                    Kafkas-Rus savaşlarının kucağına doğmuş, çocukluk yaşlarını atlatır atlatmaz, gençlik nedir kaşen-şeşen nedir bilmeden, cepheden cepheye koşmuş yiğit bir Adğe savaşçısıdır Kuştenqo 
Bram.
24 Mart 1864 Atkuağje de savaşın kaybedildiği kesinleşince yıllardır uğruna cansiperane savaştığı yurdu artık rus tahakkümü altındaydı.  Ne yapması gerektiğini uzun uzun düşündü günler boyu. En sonunda o da diğer müslüman Adğeler gibi Osmanlı topraklarında dini baskı görmeyeceğini düşünerek sürgüne dahil olmaya karar kıldı. Etrafındakilere kararını açıkladığında bu gözüpek savaşçının niyetini öğrenen yedi aile daha ona katılmak istediklerini beyan ettiler.
Kuştenqo ve beraberindekiler yanlarında götürebilecekleri herşeyi de alarak, yola çıktılar. Günlerce dağları dereleri aşarak yorgun ve bitkin bir halde Karadeniz kıyısına ulaşabildiler. Karşılarına çıkan manzara tam bir mahşeri andırıyordu. Her yerde yorgun, bitkin, hasta kadını-erkeği, yaşlısı-genci ölümün peşinde kol gezdiği insanlar görüyorlardı. Kendilerini Osmanlı kıyılarına götürecek bir gemi bulma derdindeydiler hepsi. Yarı aç yarı tok günlerce bir gemiye binebilmek için orada konaklamışlardı. Nihayet Kuştenqo ile yanındakiler İstanbul'a gidecek bir gemide yer bulabildiler. Karadenizin azgın dalgalarıyla uzun süre boğuştuktan sonra İstanbul'a ulaştılar.
Gemiden indiklerinde görevli memur onları kayıt altına aldı. Yerleşim yeri konusunda bilgileri olmadığından memurdan yardım talebinde bulundular. O da sarayda tanıdığı bir Çerkes paşaya yönlendirdi Kuştenqoyu. Birlikte bahsedilen paşanın yanına gidip yerleşim yeri konusunda yardım istediler. Paşa;
- Yanındakiler burada kalsın. Sen gemiyle Bandırma tarafına geç. O tarafta yerleşmiş Çerkeste çok var. Yabancılık çekmezsiniz oralarda. Neresini beğenirsen bir haritasını çıkarıp bana getir. der.
Kuştenqo yanında kağıt-kalem ile ilk vapura biner ve Bandırma'ya ulaşır. Manyas ile Mihaliç arasındaki Arnavutların sahiplendiği uçsuz bucaksız ovaların ortalarında kalan bir bölgeyi beğenir. haritayı çıkarabilmek için biraz zamana ihtiyaç vardır. O zamanlar Hüdavendigar Sancağı'nın Mihaliç nahiyesine bağlı Kepekler Köyünde yatıya kalır. Bu yabancıyı gören  bir Arnavut Mehmet ağa Kuştenqoya sorar;
- Hayırdır. Ne ararsın buralarda bre?
Kuştenqo dil bilmediği için "tanrı misafiri" olduğunu işaret diliyle izah etmeye çalışır. Arnavut tanrı misafiri olduğunu düşündüğü Kuştenqo yu ağırlamak için evine davet eder. Onun da canına minnet. Birlikte akşam yemeği yerler ve yatarlar. O gece dolunay ve açık bir gökyüzü tam Kuştenqo'nun işine yarayacak ortam sağlar. Gece yarısında tuvalet ihtiyacı olduğunu bahane ederek kalkar. Lakin, tuvalet oldukça uzaktır ve avluda koca koca çoban köpekleri vardır. Köpekler misafire saldırmasın diye ev sahibi olan Arnavut Kuştenqoya refakat  ederek tuvaletin yanına kadar gitti. Üstü açık tuvaletten etrafı kolaçan eden Kuştenqo mihmandarı Arnavuta hissettirmeden bölgenin krokisini yanında getirdiği kağıda çiziverdi. Tekrar eve dönerek sabaha kadar uyudular. Sabah beraberce kahvaltı ettikten sonra Kuştenqo teşekkür ederek müsaade istedi ve Bandırma'ya döndü. Yine vapurla İstanbul'a dönerek paşanın yanına gitti. Hazırladığı krokiyi  paşaya vererek o bölgeye yerleşmek istediğini, ancak Arnavutların problem çıkaracaklarını  belirtti. Paşa haritadaki bilgilere istinaden Kuştenqo adına bir tapu hazırlattı ve yanına bir zabit görevlendirdi.
Görevli zabit, Kuştenqo ve mahiyetindaki aileler vapurla yeniden Bandırma'ya ulaştılar. Zabit jandarma karakolundan yanına birkaç da jandarma alarak, Kepekler'de Kuştenqoyu misafir eden Arnavutun evine gittiler. Karşısında Kuştenqoyu yanında zabit ve jandarmaları görünce şaşkına döndü. Durum izah edildiğinde öfkelendiği her halinden belli olan Arnavut zabit ve jandarmaların koruması altında ve tapu kaydı yapılmış olduğu için zabit ve jandarmalarla münakaşa etmeyi göze alamadı. Yeni yerleşimcilere karşı yanlış bir tutuma girmemeleri tenbihlendi. Zabit ve jandarmalar görev yerlerine dönüp, Yerleşik Arnavutlarla Kuştenqo ve mahiyetindekiler başbaşa kaldıklarında aralarında aylarca süren kavgalar yaşandı. Arnavutlar yıllardır kullandıkları bu arazileri bu yeni gelenlerin ekip biçmesini hazmedemiyorlardı. Daha sonra yirmi Çerkes aile daha oraya yerleşti ve köyün adı Kuştenhable olarak anılmaya başladı. Çerkeslerin ektiklerini Arnavutlar sürüyor, yerine başka bir şey ekiyordu. Çerkeslerde aynı şekilde misilleme yapıyorlardı. Aralarında çıkan kavgalardan sonra Çerkesler Arnavutları sindirmeyi başardılar. Bu arada karşılıklı evliliklerde gerçekleşmeye başladı. Arnavutlar Kuştenhable sınırındaki tarlalarını işlemeye Çerkeslerle akrabalık bağı oluşmuş olanları gönderiyorlardı. Böylece çatışma yaşanmadan herkesi kendi işini yürütmesi mümkün oluyordu.
Kuştenqo Bram, nam-ı diğer İbram Ağa birgün hastalandı. Bandırma'daki Pertevniyal Hastanesinde tedavi olurken orada vefat etti. Uğruna onca mücadele ettiği Çerkeslerden hiçbiri onu arayıp sormadı. Hiç evlenmediği için çoluk çocuğu da yoktu onu sahiplenecek. Tesadüfen hastanede bir yakınını görmeye gelen Arnavut Mehmet ağa, onun mevtasının sahipsiz kaldığını öğrenince bütün cenaze işlemlerini üstlenerek defin işlemlerini gerçekleştirdi.
Şu gün bile Kuştenqo Bram'ın akibetini de, mezarının yerini de Kuştenhable(Ilıca Boğazı Köyü) Çerkeslerinin hiçbiri ne merak eder, nede bilirler....

Kaynak :Cemal Çetinkaya



5 Haziran 2018 Salı

Akçapınarlı Şhapsığ Hakupako Yusuf (SUNGUR)







Posted by Шlэрэнкъо




Sıtkı Sungur



Ben rahmetli dedemi hiç hatirlamam.Uzun yıllar savaştığını ve hatta Yemen'de esir düşüp, İngiliz hapishanesinden kaçtığını,yalın ayak binbir güçlükle Turkiyedeki köyüne kadar yürüdüğünü annemden duymuştum.Osmanli ordusunun arap cephesinde ve kurtulus savasi doneminde aldığı mermi yaralari ve vücudunda cikarilamayan sarapnel parcalarina ragmen uzun yaşamış. Uzun boylu mavi gözlü bir Çerkez savascisiymis.Akrabalarim hep bana dedeme çok benzedigimi söylerdi.Babam dedemden hiç bahsetmezdi.
Sene 1973 Bandırma Ortaokulunda ilk senem arkadaşlarla deniz kenarında balıkçılari izlerdik.İhtiyar bir balıkçı ağlarıni örüyordu.Gozlerini kısarak bana bakıyordu.Bana doğru işaret ederek"
-Çakır çocuk"senin dedenin ismi Yusuf mu? diye sorunca çok sasirmistim. Önce duraksadim.
-"Evet nereden biliyorsun?" diye sordum.Bana dedemi çok iyi tanıdığını (babası çarık yaparmış;) ona köyde çarık sattığını anlattı.
-Ama sana anlatacağım konu farklı. deyince daha da çok sasirmistim.
-"Bu bir hikaye değil gerçek yaşanmış bir olay beni iyi dinle" diyerek başladı anlatmaya.
- "Senin deden bir kahramandir.Ben çocuktum.Yunan kaçmadan önce her yeri yakıyor.Sokakdaki insanları vuruyordu.Ben kayigin icinde korkudan titriyordum.Aglarin altina saklandim.Yunan herkesi şu gördüğün camiye kilitliyordu.Annem ve babam kizkardesim o caminin içindeydi. Senin deden ve üç arkadaşı geldi.Yunan camiyi ve içindeki insanlarla beraber yakacakti.Deden uzun namlulu mavzerle her attığı mermide bir Yunan askerini deviriyordu.On dakikada hepsini temizlediler.Camideki insanları kurtardılar.Camiye doğru koşarken hem ağlıyor hem seviniyordum.Cakir çocuk senin deden Koca Yusuf hem kahraman hem çok iyi bir insandı.Onunla gurur duy".
Okul saati gelmişti .Okula doğru yürürken.Hic görmediğim dedemin kim olduğunu bir yabancıdan duymuştum Gozlerim dolmustu.Babama çok kızgindim.Bana niye bunlari anlatmadi.Ona bunları soracaktım.Ama o çok uzaklardaydi.Almanya da çalışıyordu.Her sene bir ay izine gelir,tüylü foter şapkası elinde çift bavul ile onu gördüğümüzde bayram ederdik.
Babam gelmişti.Biz bavullari cukulatalari karıştırırken,babam bizi izliyordu".
-Baba sana bir şey soracağım." dedim.ona.
- Sen bize dedemin kahraman olduğunu niye anlatmadin? diye sordugumda .Babam çok sasirmisti.
-Oglum dedi.Deden çok uzun yıllar savaştı onun kahramanliklari gerçekten bir destandı.Cerkez Ethem ve deden gibi bir çok Çerkez savaşçıyi yıllar sonra Atatürk şeref madalyası ile onurlandırdı ve onları Ankara'ya meclise davet etti.Hic biri madalya almaya gitmedi.Cerkez Ethem gibi bir kahramanı,kuvayi milli savaşçısını gerçek bir Türkiye sevdalısıni bir politika malzemesi yapıp entrikalarla vatan haini ilan eden bir anlayışı protesto etmişlerdi.Bu nedenle deden geçmişte olanları anlatmayı sevmezdi.Unutmak istiyordu.Cok acı çekmişti.Onlari Bandirma da camiye gönderen Çerkez Ethem di.
Cok duygulanmistim.Aglamak istiyordum ama babam gelmişti.Sevinc gözyaşları Duygularimi altüst etmişti.Gercek kahramanlar tarih kitaplarinda değil kalplerde halen yaşıyordu.Tum Türkiye sevdalıları şehitler ,kahramanlar ruhunuz şad olsun.

Yazan: Sıtkı Sungur
Not: Ekteki foto, bahsi geçen Haydar Çavuş Cami nin o yıllarda ki görüntüsüdür.
Haydar Çavuş Camii

30 Ocak 2018 Salı

Gazi Pşışawko Tevfik Bey(1883-1948)

Posted by Шlэрэнкъо

Pşışawo Tevfik Bey(1883-1948)

                         Pşışawo Ethem Bey'in(Nam-ı diğer Çerkez Ethem) İlyas, Nuri ve Reşit Bey'den sonraki en küçük ağabeyi Tevfik Bey kimdir?
                         1864 yılında Kafkasya'dan Balkanlara sürgünle gelen dedesi Pşışawo Abdullah Efendi'nin en büyük oğlu Ali Bey ve eşi Goşemaf Hanım'ın 4. oğludur Tevfik Bey. Yıllarca Adığe halkının hiç yakasını bırakmamış savaşların içinde doğmuş, savaş nesillerinin  bir ferdidir. Ağabeyleri İlyas ve Nuri Beyler Balkanlardaki ayaklanmacılarla girdikleri çatışmalarda hayatlarını kaybetmişlerdi. O da büyümüş ve ağabeyi Reşit Bey gibi subay olmuş ve Osmanlı'nın her cephesinde can siperane ayaklanmaları bastırmaya çalışmıştı.
                        1. Dünya Harbinde Almanya ile ortak olan Osmanlı devleti Almanya'nın savaşı kaybetmesiyle yenik sayılmış ve ordusu lağvedilmişti.
                        O dönemden bir anekdot;
                        Tevfik Bey, babası Ali Beyin Bandırma'daki konağının balkonunda oturuyor. Yoldan geçen iki eski askerin onu gayr-i ihtiyari asker selamıyla selamladığını gören eşi Kıymet Hanım sorar;
-Bunlar hala sana niye selam veriyor?
Tevfik Bey- Hı hı hı. Onlar gayet iyi biliyor. Yarın işler tersine dönerse...
                        Lağvedilmiş bir ordunun askeri olan Pşışaw kardeşlerden Reşit Bey son Osmanlı Meclis-i Mebusanına Saruhan Milletvekili olarak girmiş, aynı zamanda Teşkilat-ı Mahsusa üyesi olarakta İstanbul'da  istihbari faaliyetlerde bulunurken, Tevfik Bey Kuşçubaşı Eşref Bey ile Salihli'deki çiftliklerini adeta bir  cephaneliğe dönüştürmüşlerdi.  İran cephesinde yaralanmış Ethem Bey ise, nekahat dönemini atlatmak için  Bursa'nın Mihaliç Kasabasına bağlı Emre Köyü'ndeki baba ocağına dönmek zorunda kalmıştı.
                       Pşışaw kardeşler Anavatanları Kafkasya'yı Ruslardan geri almak için Çerkez ve Kürtlerden oluşan bir ordu kurma çalışmaları yapıyorlardı ki, İngilizler tarafından destekli Yunan ordusunun Anadolu'yu işgal etme hazırlığında olduğu bilgisi bu planlarını alt-üst etmişti. Bu işgali önleyebilmek için büyük bir maddi kaynağa ihtiyaç vardı. Bu kaynağı temin edebilmek amacıyla  her çareye başvuruyorlardı. Bu konudaki girişimlerinden biri de Yunan birliklerinin Anadolu işgali sırasında ihtiyaç duyacakları paranın karşılanması için İngilizler tarafından İzmir valisi Rahmi Bey'e gönderilen parayı her halukarda ele geçirmekti. Rahmi Bey bu parayı Ethem Bey'e güzellikle vermeyince oğlunu kaçırmışlar ve fidye karşılığı serbest bırakmışlardı.
                       Çok kısa bir süre sonra beklenen gerçekleşmiş, Yunan İzmir'e girmişti. Orbay Rauf Bey ile Kundukh Bekir Sami Bey vatanperverliğine, samimiyetine ve savaşçılığına en güvendikleri Pşışaw kardeşlerin evine giderek  Ethem Bey ile babası Ali Bey'e gelişmeleri anlatmış ve bir direniş başlatmaları için onları ikna etmekte hiç zorlanmamışlardı. Hele ki anlatılanları duyan babaları Ali Bey;
                      -Bir vatanımızı kaybettik Çakır, diğerinide kaybetmek olmaz. diyerek onay vermesiyle hiç vakit kaybetmeden bir direniş örgütleme çalışmalarına başlamıştı. Pşışaw kardeşler daha sonraları Kuvva-i Seyyare olarak adlandırılan 10.000 kişilik gerilla savaşçısından oluşan bir ordu kurarak, Yunan ordusuna Ege'yi dar eden büyük bir cephe açmıştı.  Batı Cephesi  Umum Kumandanı Ali Fuat Paşa ile çok iyi bir uyum içerisinde hareket eden Kuvva-i Seyyare Umum Kumandanı  Ethem Bey ve ağabeyi Tevfik Bey her cephede başarıdan başarıya koşuyordu. Taa ki Gediz muharebesinde Yunanın büyük bir bozguna uğratılmasına kadar. Bu başarıyı hiç içine sindiremeyen  Ankara, Ali Fuat Paşa'Moskova'ya ataşe olarak atayıp, yerine İnönüyü getirince, İnönünün riyakarlıkları nedeniyle eski uyum bitmiş, yerini kaosa bırakmıştı. Ethem Bey'in olmadığı zamanlarda vekil olarak Tevfik Bey bu orduyu sevk ve idare ediyordu.
                     Bilecik'te İstanbul hükümet temsilcileriyle buluşma bahanesiyle Ankara'ya çağrılan Ethem Bey'e suikast teşebbüsü açığa çıkınca  Pşışaw kardeşlerle Ankara arasında ipler tamamen koptu. her ne kadar kazanma ihtimalleri olmasa da, Batı cephesindeki tüm birliklerini Kuvva-i Seyyare üzerine süren Ankara, sonu tasavvur edilemeyecek derecede  korkunç olacak bir iç savaşa fütursuzca zemin hazırlıyordu.
                     Bir iç savaşın ne derece vahim sonuçlar doğuracağını gayet iyi biliyordu Pşışaw kardeşler. Buna mahal vermemek içindir ki, tarihte eşine rastlanmamış bir strateji geliştirerek birliklerini lağvetmiş, hatta kendi üzerlerine sürülen orduya katılmalarını sağlamışlardı. Kendileri de Yunan'dan geçiş hakkı talep ederek savaşmaktan feragat etmişlerdi. Bu feragati kendileri için çok iyi bir koz olarak kullanan Ankara çoktan hain! olarak ilan etmiş oldukları Pşışaw kardeşleri 150likler listesinin en başına koymuştu. Yıllarca sürgün hayatı yaşayan Pşışaw kardeşler,  150 liklere af çıkınca Ethem Bey hariç yurda dönmüşlerdi.
                     Tevfik Bey Emre Köy'de tam bir açık hapishanede yaşıyordu. Öyle bir tecrit edilmişti ki, hiç kimse ne bir selam verebiliyor, nede selamını alabiliyordu. Kim ki onunla selamlaşsa yada tek bir kelime konuşsa köydeki muhbirler jandarmaya ihbar ediyordu. İhbar edilen kişi Dağkadı'daki jandarma karakoluna götürülüyor ve saatlerce sorguya çekiliyordu. Bu durum dayak ve işkenceye varabiliyordu.
                      Tevfik Bey yaşadıklarından kahroluyordu. Üzüntüsünden verem olmuştu son yıllarında. Bandırma'da tedavi oluyordu. Sıcak bir yaz günüydü. Güneş sabahtan daha kavurmaya başlamıştı ortalığı. Tevfik Bey her hafta belli bir günde Dağkadı karakoluna imzaya gitmek zorundaydı. Bandırma'dan Akçapınar yoluna kadar vasıta ile gelmişse de, oradan Emre Köy'e yaya olarak gitmek zorundaydı. Yaya olarak Eski Ziraatlı'yı geçmişti. Yeni Ziraatli Köyü'nden K'oh Rahmi henüz çocuktu ve Salih amcasıyla tarlaya gidiyorlardı. Amcası Yokuş aşağı sallanarak gelen Tevfik Bey'i uzaktan daha tanımıştı.
-Oooo. Bak. Pşışawko Tevfik bu gelen.
Hemen  öküz arabasını durdurup  gelmesini beklediler. Selamlaştılar. Amcası;
- Gel köyde birşeyler ikram edeyim. Biraz muhabbet ederiz. Hem yorulmuşsundur. Dinlenirsin biraz.
- Allah razı olsun da. Dağkadı'ya imzaya yetişmem lazım. onun için vakit kaybedemem.
Tevfik Bey K'oh Rahmi'ye seslenir;
- Evlat! Varsa bana bir bardak su verirmisin?
K'oh Rahmi derhal testiden bir bardağa su doldurmaya hazırlanıyordu ki, Tevfik Bey hastalığını başkalarına bulaştırmamak için cebinde taşıdığı bardağını çıkararak;
- Hayır! O olmaz. Buna doldur. der.
 K'oh Rahmi de onun uzattığı o bardağa suyu doldurur. Tevfik Bey suyu içtikten sonra vedalaşırlar ve Tevfik Bey yine bir  imza için Dağkadı yollarına düşer.
                      Bir gün Tevfik Bey Emre Köydeki kahvenin bir köşesinde tek başına  otururken Jandarma içeri giriyor.
Jandarma Karakol Başçavuşu;
- Herkes ayağa kalksın. Arama var!
Tevfik Bey dahil herkes ayağa kalkıyor. Başçavuş Her hafta imza vermeye gelen Tevfik Bey'e karşı antipati beslediği  için hemen onun yanına giderek her daim yaptığı gibi onu azarlıyor ve ağza alınmayacak küfürler ediyor. Tevfik Bey Başçavuşun hakaretlerine alışkın olduğundan ve çaresizlikten dolayı sineye çekiyor her şeyi. Tevfik Bey çekiyor da, o anda orada bulunan misafir Çerkeslerin çok ağırına gidiyor şahit oldukları durum. İçlerinden birisinin akrabası olan Bursa Vilayeti Jandarma Kumandanı Albay Huşt Tahir Şevki Bey'i Bursa'da ziyaret ederek durumu izah ediyor.
-Tamam. İlgileneceğim. Ben gerekeni yaparım. Siz durumu takip edin. diyerek onları yolcu ediyor Huşt Tahir Şevki Bey.
                     Ertesi gün tek başına doğru Dağkadı Karakoluna gidiyor. Başçavuşu da yanına alarak, denetleme bahanesiyle  önce Keçiler Köyü'ne uğrayıp birlikte Emre Köy'e geçiyorlar.
Hem yaşadığı tecrit durumu hemde ona eklenen yakalandığı verem hastalığı nedeniyle yine tek başına kahvenin bir köşesinde oturan Tevfik Bey'e Başçavuşun her zaman yaptığı hakaretlere Albay Tahir Şevki Bey  gözleriyle şahit oluyor. Ancak hiç müdahale etmiyor. Birlikte yeniden Dağkadı'ya dönerken, Emre Köyü eski mezarlığının yanına geldiklerinde Huşt Tahir Şevki Bey beylik tabancasının namlusunu Başçavuşun ağzına sokuyor.
-Eğer bir daha o adama en ufak bir saygısızlık yaptığını görür yada duyarsam, seni bu mezarlığa diri diri gömerim. Bundan sonra ayağını denk al. Yoksa karışmam. diye  tehdit ediyor.
                     Tevfik Bey bu olaydan sonra o Başçavuşun hakaretlerinden kurtuluyor.
Ethem Bey'in kaleminden Tevfik Bey;
Derin Tarih- Çerkez Ethem Meydan Okuyor(Sayfa 77)

Derin Tarih- Çerkez Ethem Meydan Okuyor(Sayfa 78)

                     Vatan için bunca fedakarlıklar yapan bu insan 1948 de Emre Köy'de göz hapsinde iken vefat etmiştir.
                      Allah Rahmet Eylesin! Nur içinde yat ey Tağemate.

17 Kasım 2017 Cuma

Pşışawko Ali Bey

Posted by Шlэрэнкъо


Bu adama iyi bakın;
Başındaki kalpağa da.  O kalpak ki , Milli mücadelenin simgesi olmasını bu adama borçludur.

Pşışaw Sülale Damgası


Pşışaw Ali Bey 1823 Kafkasya-1923 Atina 

İki evladı İlyas ve Nuri Beyleri Balkan Harbinde Bulgar ayaklanmacılarla çarpışırken kaybetti.

Osmanlının tüm cephelerinde savaşmış diğer üç evladından askeri operasyonlar sırasında zatüreye yakalanıp çürüğe ayrılmış Reşit, birçok kez yaralanmışTevfik ve Ethem Beyleri de  hiç
tereddüt etmeden Milli mücadelenin fiilen başlaması için teşvik etti. 

 -Bir vatanımızı kaybettik Çakır, bunu da kaybetmek olmaz Servetsiz yaşanır ama vatansız yaşanmaz. Ne yapmamız lazımsa yapalım. diyerek.

Çerkez Ethem Çerkesler için ne yaptı? diye soran ukala Çerkezimsilere bu sözün ne anlama geldiğini sorun.

 Bu milletin bu adama böylesi bir minnet borcu varken sözde istiklal mahkemesinde yargılamaya

çalışıldı. Çalışıldı diyorum. Çünkü onu yargılamaya çalışan sözde istiklal mahkemesi heyetini öyle

bir fırçalıyor, öyle bir fırçalıyor ki sözde mahkeme heyeti mahkeme salonunu terk etmek zorunda

kalıyor. Fakat hak hukuk ve vicdan yönünden nasipsizler tarafından 97 yaşında Bandırma'dan taa

Kayseri'ye sürgün edildi bu adam. Orada da huzur verilmediği için Yunanistan'a oğullarının yanına giderek o hiç kaybetmek istemediği ikinci  vatanınından da olmuştu. Ve orada sürgünde hayata gözlerini yumdu. Geçim sıkıntısı sebebiyle gelini Seher hanım sahte bir şekilde hıristiyanlığı seçince tüm aile hristiyan zannedildiği için hristiyan geleneğiyle hristiyan mezarlığına defnedilmistir. Allah mekanını cennet eylesin . Ona bunu reva görenleri de ebedi cehenneme kaim eylesin inşallah. 

Bırakın her biri vatanperver kahraman evlatlarının hain olarak yaftalanmasını, sadece bu adamın sürgün edilmesinin vebalini ödeyemez bu millet.

Sana bu zulmü yapanlara Yazıklar olsun! Yazıklar olsun!!! TAĞEMATE.

5 Mayıs 2016 Perşembe

Beyaz Çingeneler

Posted by Шlэрэнкъо

                 1700 lü yıllara gelindiğinde Osmanlı'nın 'duraklama' dönemi bitmiş, bir zamanlar işgal ettiği 

tüm bölgelerde bir bir  ayaklanmalar başlamış, artık 'gerileme' dönemine geçilmişti. Ayaklanmaları 

bastırabilmek için tebanın  İslami unsurları yoğun bir şekilde askere alınıyordu. Özellikle 1864 büyük 

sürgün öncesi ve sonrasında Osmanlı'da yaşayan Çerkezler gönüllü olarak çok yoğun bir şekilde 

orduya katılıyor, tüm ayaklanma bölgelerinde cansiperane Osmanlı adına savaşıyorlardı. Bu çatışmalar 

yıllarca devam ediyor, askere alınan gencecik insanlar bir daha evlerine geri dönemiyorlardı. 'Yemen 

Türküsü' bu durumu anlatır durur o zamanlardan beri.
  
               Osmanlıda askere alınmayan bir tek halk 'Kıpti' olanlardı. Yani Osmanlı nüfus kayıtlarında din 

hanesinde 'Kıpti' yazan Çingene/Romanlardı. Dolayısıyla bu dönemi zararsız-zaiyatsız atlatan tek halk 

Romanlar olmuştu. Taaki 1900 lü yılların başında Balkan harbi başlayıncaya kadar.
 
                 Balkanlarda ayaklanmalar yoğunlaşıp çatışmaların şiddetlendiğini gören Trakya Bölgesinde 

ve Çanakkale'de yaşayan yörükler askere alınmamak için ilgili kuruma gidip nüfus kağıtlarının din 

hanesine 'Kıpti' yazdırarak ne Balkan harbine, ne Çanakkale savaşına ne de İstiklal savaşına 

katılmamayı başarmışlardı. Böylece Romanlardan başka bir halk daha askerlikten muaf hale gelmişti. 

'Beyaz Çingeneler'.

                Halen Çanakkale'de Beyaz Çingenelerin topluca yaşadığı bir mahallenin mevcut olduğu 

bilinmektedir. İşte 'aslını inkar eden çingenedir' deyimi buradan türemiştir. Roman ve Çingene tanımı 

halk arasında yerli-yersiz kullanılagelmiştir. Romanlar dahi bu nedenle olsa gerek, kendilerine Çingene 

denmesinden hoşlanmazlar ve 'Biz Çingene değil, Romanız' derler.

26 Temmuz 2013 Cuma

Devlet/Millet, Din/İman

Posted by Шlэрэнкъо


Asırlar boyu yanlış bir önyargı oluşmuş bu  devlet, millet, din ve iman konusunda. Hiçbir devlet yokki safi olarak tek milletten ve tek dine mensup insanlardan hasıl olmuş.

Örnek verecek olursak; Ne Osmanlı nede onun mirasyedisi Türkiye nüfusu, ne tek bir ırk, nede tek bir dine sahip insanlar değildir. Burada ve buraya karşı diğer halklar nezdinde oluşmuş yanlış bir ön yargı olarak, Türk=Müslüman, Kürt=Müslüman, Çerkes/z=Müslüman denklemi kurulmaktadır. Oysa bir çok tanıdığımız var ki, Ateist olduğunu açıkça beyan etmektedir. Hatta moda bir deyimle ifade edersek "mahalle baskısı" sebebiyle "inançsız"  olduğunu beyan edemeyen, ancak gerçekte hiçbir inancı olmayan, hiçbir dinin hiçbir şartını yerine getirmeyen sayısı belirsiz  Türk, Kürt, Çerkes v.b. insan güruhu mevcut bu ülkede.
O herkesin diline dolanmış "%90 ı müslüman" terennümü ile, dini vecibelerin en belirgini Namaz, Oruç, Zekat yada Hacc  ibadetini yerine getirmeyenleri, hatta yerine getirip iş dünyevi menfaatlere gelince şeytana pabucunu ters giydirenleri  göz önüne aldığımızda bu oran % 25-30 geçmediği aşikar.

Yani ne herhangi bir devletin milleti, ne de herhangi bir milletin dini yoktur.Olmaz, OLAMAZZZ.


Devletlerin yapması gereken, vatandaşlarının milliyeti ve inançlarına eşit mesafede durmaktır. Başta bireysel haklar olmakla birlikte, STK larca  oluşturan kollektif  taleplere hakkaniyet ölçüsünde olumlu karşılık vererek, vatandaşlarının ülkelerinde yaşamaktan mutluluk duymalarını sağlamaktır.

30 Mayıs 2013 Perşembe

Savaşın hası Çanakkale mi, yoksa Kbaada(Krasnaya Polyanna) mı?

Posted by Шlэрэнкъо

Çanakkale savaşı;

Hamasi nutuklarla Osmanlının yedi düvele karşı tek başına kazma kürekle kazanılmış zafer olarak yüceltilen,  gerçekte ise  Alman stratejisi ile toplu tüfekli mühimmatlı savunma 11 ay  sürmüş ve Osmanlı askeri kaybı 200bin cıvarı olmuştu.

Ruslar Kafkas şehitlerimizin kafalarını  koparıp  böyle sırıklara takmışlardı.
101 yıl süren Kafkas-Rus savaşında ise;

Yılda ortalama 25bin kişiden hesaplandığında 2milyon525bin kayıp verilmişken, sadece Kbaada (Krasnaya Polyanna) savaşında ise,  ağır silahlarla donatılmış Ruslara karşı hiç bir destek almadan 1 aylık bir çarpışmanın sonucu; Kafkas halklarının askeri kaybı 1milyon 500 bin kişidir. 2014 Kış Olimpiyatlarının yapılacağı o vadide öylesine bir soykırım yaşanmıştır ki,  koskoca vadi ölen insanların kanlarıyla kıpkırmızı hale gelmiştir. 24 Mart 1864te Çerkeslerin yenilmesiyle sonuçlanan bu meydan muharebesinin yapıldığı vadinin adını  Ruslar  Krasnaya Polyanna(Kızıl Çayır) olarak değiştirmişlerdir.
Dünya Dünya olalı böyle bir meydan muharebesi görmemiştir.. Göremezde... İnşallah görmez ve hiçbir toplum böyle bir zulüm yaşamaz..

4 Ekim 2012 Perşembe

Müslüman Toplumlar/Devletler Neden Geri Kalmışlar?

Posted by Шlэрэнкъо


Değişik yer ve zamanlarda şahit olduğum gibi herkes mutlaka aynı şeyi yaşamıştır inancındayım.

                 Birçok aklı evvel bunu derhal İslam Dinine yüklemekte ve aklısıra bu dine inancı zayıflatmaya  çalışmaktadır. Öyle ya. İslam=İlkellik denklemi oluşturup, insanların inançları hakkında şüpheye düşmelerini istedikleri aşikardır. Ancak bu gelişmemişliğin  dinle-imanla hiçbir ilgisi yoktur. " İlim Çin'de dahi olsa, bulun" diyen bir Peygamber Hz. Muhammed(s.a.v)in dini olan İslam bunun suçlusu asla olamaz. O halde; Mevcut coğrafyadaki İslamiyet öncesi ve sonrası devletleri ve bunların yönetim şekillerini incelemek gerekir.

               İslamiyet ortaya çıkmadan önce Ortadoğu’da kız çocukları diri diri toprağa gömülüyordu. Batıda ise normalin dışında özellikler sergileyen insanlar ya içindeki şeytandan arındırılacağı inancıyla  yakılıyor, yada Engizisyon Mahkemeleri’nde yargılanarak giyotinle idam ediliyorlardı.

              İslamiyet  sonrası Ortadoğu coğrafyasına baktığımızda bilim ve sanatta dünyanın en ileri bölgesiydi. İslamiyet yayılmaya başladıktan sonra kız çocukları diri diri toprağa gömülmekten kurtulmuş, İslam coğrafyasında dünyanın en büyük fizik, kimya, tıp alimleri ve filozoflar yetişmiştir.  Bunların içinde;
 Farabi(870-950), İbn-i Sina(980-1037), Uluğ Bey(1394-1449) ve Pir-i Reis(1465-1554)  gibi isimleri örnek olarak sayabiliriz.  
                                                Portekizli denizci  Cristóvão Colombo(Kristof Kolomb) 1492 
de !Amerikayı yeniden keşfettiğinde!!!, Çerkes Memluk Devletinin yetiştirdiği büyük denizci Ahmet ibn-i el-Hac Mehmet El Karamani (nam-ı diğer Pir-i Reis) elinde ancak 2 yada 3 yüzyılda hazırlanabilecek Arap alfabesiyle hazırlanmış Müslümanlar tarafından gerçekleştirildiği tartışılmaz Atlantik kıyılarının haritasıyla geziyordu.







                  1517 yılında  Yavuz Sultan Selim tarafından  Hilafet’in en son  sahibi Çerkes Memluk 

Devleti  yıkıldıktan sonra, Hilafet makamının Osmanlı  Padişaharının eline geçmesiyle,(daha doğrusu ortadan kalkmasıyla) İslam coğrafyasında  bilimsel çalışmalar ve teknolojik gelişme giderek ortadan kaybolmuştur.
Bunun  başlıca nedenleri;
    1.Osmanlı Padişahlarının, tebaasını kul olarak görmeleri ,  bilimsel araştırma/geliştirme ve innovativ çalışmaları olan kişileri, kendi otoritelerinin idamesi açısından zararlı görerek idam ettirmeleridir. Bu alanda örnek gösterilebilecek en bilinen kişi Hezarfen Ahmet Çelebi’dir.
( Osmanlı'nın yıkılmasından  sonra ortaya çıkmış Müslüman devletlerin, bu alandaki menfi politikaları da bu olumsuzlukta etkili olmuştur.)
    2. Bu vasıflardaki insanların toplum tarafından alaya alınarak hor görülmesi,
    3. Büyük maliyet gerektiren  buluşların realize edilebilmesi için gereken mali kaynağın sağlanamaması,
    4. Yüksek teknoloji gerektiren fikirlerin ayrıca  ihtiyaç duyduğu üretim teknolojisini üretebilme mahrumiyeti,
    5.  İcat sahibi olmayı sıradan insana yakıştıramama, bu özelliği sadece akademisyenlere mahsus görme,
    6. Marka/Patent tescili konusundaki destek yoksunluğudur.
   
  Bu  gibi insanların fikirlerinden dolayı zarar görmeleri bu  tür yönelimlere meyilli diğer fertlerinde  cesaretlerinin kırılmasına ve bilimsel araştırma-geliştirme alanında caydırıcılığa yol açmıştır.
                 Aynı zamanlarda  Avrupa’da  Rönesansla aydınlanma dönemi başlamış ve  Osmanlı öncesi İslam bilginlerinin eserlerinden  yararlanarak  büyük bir bilim-sanat ve teknoloji hamlesi gerçekleştirmişlerdir. Daha sonra kendilerine Marka-Patent/Lisans ayrıcalığı oluşturarak, geliştirdiklerini başkalarının imal ve ihraç  edebilmesinin önüne geçmiş, sanayi ürünlerinin ticareti alanında  kendi çıkarları doğrultusunda ticari sistemler kurmuşlardır. Bu şekilde daha sonraları sanayileşme gayretine giren İslam coğrafyasındaki toplumların girişimlerini türlü yöntemlerle engellemişlerdir. Bugün buna verebileceğimiz en çarpıcı örnek; İran’ın nükleer enerji alanındaki çalışmalarıdır. Kendi ellerinde Dünya’yı  yaşanmaz hale getirebilecek kapasitede nükleer enerji  teknolojisi mevcut olduğu halde, türlü bahanelerle söz konusu  devletin  bu teknolojiye sahip olmasını ne pahasına olursa olsun engelleme gayreti içerisinde olduklarına şahit oluyoruz .
Örnek: http://www.sondakika.com/haber/haber-abd-turkiye-yi-atak-in-lisansi-icin-tehdit-etti-5188786/

6 Mart 2012 Salı

Tscherkessen platz in Wien(Çerkes Meydanı)




QhuafeQhase, a gallery on Flickr.
Tscherkessen platz in Wien (Çerkes meydanı)'nın hikayesi.

Viyana'da Tscherkessen platz in Wien (Çerkes meydanı) adı verilen bir meydan vardır. Bu alanında hikayesi ise şöyle,

Kanuni 1529 yılında Viyana'yı kuşatır. şehir surları her taraftan toplarla dövülür, aralıksız taarruz edilir. Bu sırada Çerkes diye adlandırılan bir süvari elinde kamasıyla açılan bir gedikten içeri dalar. Ancak Çerkes süvari içeri girdiğinde atıyla birlikte öldürülür. Bunun üzerine Osmanlı askerleri tarruzu bırakıp geri çekilir. O gün Osmanlı ordusu taarruzu bırakır.
...
Ertesi gün hava iyice soğumuştur. Kar ve fırtınalı bir hava sonucu Osmanlı ordusu zor duruma düşer. İstihkam çukurları kar ile dolar. Binlerce asker soğuktan donmaya başlar. Hayvanlar ise donarak ölür. Bunun üzerine askerler Kanuni'ye yalvarırlar. Padişah da bu yakarışları kabul edip kuşatmayı kaldırır.

Osmanlı ordusu geri çekildiğinde ise kral Ferdinand içeri gözü pek şekilde dalan çerkes süvariden çok etkilenir. Dayı çerkesi öldüren askerin derhal bulunması emrini verir, Çerkes Süvariyi öldüren asker kralın huzuruna getirilir. Kral Ferdinand askere şu cümleleri sarf eder

- "Sen kim oluyorsun da, bu inançlı ve yiğit insanı arkadan vurup öldürürsün, sen gerçek bir erkek olsaydın, yiğitilik gösterir, onun karşısına dikilir kılıçla dövüşüp başını keserdin" der. Kral iyice sinirlenir ve Dayı Çerkes adlı süvariyi öldüren askeri, Çerkes süvarinin öldürüldüğü yerde ödürmüş olduğu bir duvarın içine hapsederek ölüme mahkum eder. Bugün Almanya'daki Çerkes meydanında bu askerin kurumuş cesedi o duvarın içerisinde halen durmaktadır.

http://www.flickr.com/photos/erolerdogan/322474334/

Dayı Çerkes ve atı ise mumyalanmış şekilde bir anıt olarak, Viyana'da kaleye girdiği yerde giysileri, zırhları ve silahlarıyla ve kalpağıyla durmaktadır.
Not:Yazı orijinalinden aynen kopyalanmıştır. Söz konusu meydan Almanya'da değil Avusturya'dadır.

4 Kasım 2011 Cuma

Gazi Pşışawko "Çerkez" Ethem Bey(1886-21 Eylül 1948)

Posted by Шlэрэнкъо

Pşışawo Sülale Damgası

Gazi Pşışawko Ethem Bey Cephede 


Ethem Bey Kimdir?

          * Kafkasyanın kadim halkı Adığe'lerin Şhapsığ(o) boyundan, Pşışawo kabilesine mensup Abdullah Efendinin oğulları Ali, İsmail, İbrahim ve İshak Bey kardeşlerden Ali Bey'in en küçük oğludur. 

ETHEM BEYİN ÇOCUKLUĞU

Ethem Beyin annesi Goşehan Hanım, Ethem Bey 6 yaşında iken vefat etmiş. Babası 2. Evliliğini eski Bandırma Kaymakamı Hüseyin Vehbi Beyin baldızı,  Manyas’ın Süleymanlı Köyü'nden  Ubıh Behice Hanım ile yapmış. Ethem Beyin üvey annesi, Ali Beyin 2. Eşi Behice’nin çocukları Zeki ve Zihni Ethem Beyin üvey kardeşleri.

           *1864 yılındaki sürgünle Kuzey Kafkasya'daki Kuban nehri yakınlarından ilk olarak Balkanlara, Balkan Harbinden sonra da tekrar bir sürgünle Hüdavendigar Sancağında Bursa Vilayetine bağlı Mihaliç kasabasının Keşlik Köyüne geldiklerinde Abdullah efendi rahatsızlanarak orada vefat etmiş ve defnedilmişti. Daha sonra Karesi Sancağının Manyas Kasabasına bağlı Kızıksa Köyüne yerleşmişlerse de, bilinmeyen bir sebeple oradan tekrar Mihaliç'in  Emre Köyü'ne gelerek yerleşmiş Pşı bir ailenin ferdi. 
          *Babası Ali Bey eski bir Teşkilat-ı Mahsusa kurucu üyesi.
          * İki ağabeyi İlyas Bey ve Nuri Bey Balkanlarda Rum ve Bulgar  ayaklanmacılara karşı katıldıkları çarpışmalarda hayatlarını kaybetmiş, 
          *Diğer iki ağabeyi  Reşit Bey ve Tevfik Beyler de Osmanlı ordusunda subay olarak Osmanlı'nın bir çok cephelerinde savaşmış ve yaralanmış. 
         * "Ekmeğinin hasmı" olarak nitelediği ve çok varlıklı babası Pşışawko Ali Bey  tarafından o kadar sevilmesine ve refah içinde yaşayabilecek olmasına  rağmen, evden kaçarak İstanbul Bakırköy'deki Küçük Zabit Mektebini 1.likle bitirip, kendisi de diğer ağabeyleri gibi asker olan.
           *Osmanlının bir çok cephesinde katıldığı savaşlarda defalarca yaralansa dahi  her iyileştiğinde tekrar cephelere koşmuş.
           *Filistin cephesinde öncü keşif birliklerinin genel kumandanı olarak verdiği üstün hizmetleri sayesinde Kut-ül Amare zaferinde büyük paya sahiptir. 
           *Osmanlı orduları dağıtıldığında padişaha mektup yazarak; 
           -"Padişahsan padişahlığını bil. Ya ordunun başına geçip mücadele et, yada makamını terket" diyerek  rest çekebilmiş. 
           *Hasbelkader yaşamakta olduğu memleketi savunmak uğruna, babasının kendisini evlendirmek istediği bölgenin en güzel kızıyla bile evlenmeyecek kadar nefsine hakim.

İzmir-İlk Kurşun Köyü güzergahı

           *Yunan birlikleri İzmir'e girdiğinde;
Bandırmadaki telgrafhaneye giderek, 
-Bir telgraf çekin Salihli'ye. Ödemiş dağlarında Redd-i İlhak uyansın.  Bayrağa, silaha ve yırtık Kur'ana el basıp, Mahşere değin dayansın. diye bir telgraf çektiriyor. 
Herkes(100 Km. içerideki  karşılaştıkları ilk direnişi başlatan Hacı İlyas Köyü'de "ÇERKES/Z" tir. Adı sonradan İlk Kurşun olarak değiştirilmiştir.)  çiçeklerle/alkışlarla, köy minarelerine Yunan bayrağı asarak  karşılamışken, cephede aldığı yaralardan dolayı evinde nekahet döneminde olduğu halde, kilometrelerce uzaktaki Bandırma'dan kalkıp, oralarda kurtuluş mücadelesi başlatan,
            *Kurtuluş mücadelesinde engel çıkaran en yakın arkadaşı bile olsa, kim olursa olsun o günkü şartların gerektirdiği cezayı vermekten imtina etmeyen,
            *Kendi komutasındaki Kuvva-i  Seyyare mensubu silah arkadaşlarını, kendisini hedef almış olan Kuvva-i Milliye'ye karşı kullanabilecekken, mücadeleyi tasavvuru mümkün olmayan çok vahim sonuçlar doğurabilecek bir iç savaşa dönüştürmemek adına, büyük bir özveri ile Kuvva-i Milliye  birliklerine katılmaları ve kurtuluş mücadelesini bu şekilde devam ettirmeleri talimatını vererek,  kendini feda ve heba eden bir insan nasıl  !!!HAİN!!! olabilir? 

     Şöyle olur;
                    Ethem Beyi "Hain"liğe götüren süreç, dönemin  İzmir Valisi Rahmi Beyin oğlunu kaçırıp 50.000 lira cıvarında bir fidye almasıyla  başlamıştır.
                   1800lü  yılların başlarında  Almanya ile yakın dostluk ilişkisi içerisine giren Osmanlıyı ortadan kaldırmak, hükmetmekte olduğu topraklardaki kaynakları ele geçirmek amacıyla Avrupa devletlerinin askeri gücünü kullanan malum  odaklar,  Osmanlının hüküm sürdüğü her yerde ayaklanmalar tezgahlamaya başlamışlardı. Bu ayaklanmalar sonucunda Osmanlı sınırları sadece Anadolu topraklarını kapsayacak derece daralmıştı. Bununla da yetinmeyen bu odaklar, Anadoluyu da Avrupalı müttefikler arasında paylaştıran yeni bir planı(Sevr) 1900 lü yılların başında uygulamaya koymuş, Fransızlara Doğu Anadolu bölgelerini işgal ettirmiş, Fransızların desteğinde Ermeniler ayaklandırılmış,  hemen akabinde ise İngilizler tarafından Dünyanın bir ucundan getirilen Anzaklarla,  tüm savunma planları, silah ve cephanesi Almanlar tarafından sağlanan malum Çanakkale Savaşı yaşanmıştı. 
         
            1914 Dünya Savaşının son senesinde, Filistin Cephesi’nde Ordu ve Kolordu Kumandanı olarak “Nablus”ta bulundukları sırada, İngiliz Ordusu’nun bir gece saldırısında orduyu meydanda başsız bırakarak, yüzlerce kilometre gerilere kaçan ve kendi ihanetlerini kurtarmak ( kapatmak) endişesi ile Haleb’e kadar kaçan ve kısaca Fırat nehrine kadar olan tüm Arabistan’daki ordularımızın kahredici bir hezimete uğramasına neden olmuş, çevirmeden birinci derecede sorumlu bulunanGüpegündüz karşı cephede siper almış düşman askerlerinin üzerine;
 "Ben size savaşmayı değil ölmeyi emrediyorum(!)" diyerek taarruz ettiren ve binlerce vatan evladını düşman kurşunlarına hedef  tahtası haline getiren büyük komutanlara rağmen, Mecidiye  tabyasındaki Havranlı Seyit Onbaşının Ocean adlı İngiliz gemisini vuran son top mermisi sayesinde  takdir-i ilahi ile işgale muvaffak olamayan  bu güçler yeniden geri dönmek zorunda kalmışlardı. 
Ne var ki, bu savaşta Almanlarla ortak hareket edildiğinden,  Almanların Avrupa'da  yenilgiye uğraması sebebiyle Osmanlı da yenik sayılarak, galip devletlerin ağır şartlarını kabul etmek zorunda kalmıştı. İlk iş olarak, Osmanlı ordusu silahsızlandırılıp lağvedilmiş, sonra ise İngiliz donanma gemileri Dolmabahçe'ye rahatça demir atmışlardı. Padişah Vahdettin bir yandan anlaşmalara sadık kalıyor gibi görünmeye çalışırken, diğer taraftan Teşkilat-ı Mahsusa gibi örgütleri el altından kullanarak ordunun cephaneliklerinin soyulmasını ve  gizli cephanelikler oluşturulmasını sağlıyordu. İngilizlerde bu dönemde hiç boş durmuyor, yeni bir işgal ve ayaklanma planları yapıyorlardı. İşgal için en uygun olarak yüzyıllardan beri Megalo İdeası "Enosis" hayalleri olan Yunanlılara Ege, MarmaraAkdeniz hatta Karadeniz Rum Pontus  bölgelerini vaad ederek, bu harekat  için gerekli paranın bir kısmını da İzmir Valisi Rahmi Bey'e ulaştırıldığı Teşkilat-ı Mahsusa tarafından haber alınmış, bu paranın ele geçirilmesi görevi de Ethem Beye verilmişti. 
              Doğu Anadolu  bölgesinde yaşayan Kürtlerle ortak bir ordu kurarak, KafkasyaRus işgalinden kurtarıp tekrar bağımsız bir Kafkasya Devleti kurma planları yapan Reşit Bey ve kardeşleri bu planlarını ertelemek zorunda kalmışlardı. İlk olarak bu parayı olası bir Yunan işgaline karşı başlatacakları Milli Mücadeleye yardım amacıyla talep eden  Ethem Bey, parayı güzellikle alamayacağını anlayınca  valinin oğlunu kaçırıp  50.000 lira cıvarında  fidye almıştı.

               İşte bu andan itibaren Ethem Bey Levantenlerin radarına girmiş, ve bu onun için sonun başlangıcıdır.

               Aynı günlerde Karadeniz bölgesindeki Pontus Rumları malum güç odakları tarafından ayaklandırılmıştı. Ancak bölgede yaşayan Kafkas kökenlileri teşkilatlandıran Çerkez Ekrem Bey tarafından çok şiddetli karşılık görüyorlardı. Bu durumdan son derece rahatsız olan İngilizler, gerek Harp Nazırı olarak, gerekse damat olarak saraya bir türlü sokamadıkları malum şahsı  silah, cephane ve mühimmatla dolu bir gemiyi emrine tahsis ederek, Pontus Rumlarına daha fazla zarar verilmesini önlemek  ve saraya karşı örgütlenme oluşturmak amacıyla tam yetkili müfettiş sıfatıyla Trabzon'a göndermişti.  Mevki ve makam hırsıyla yanıp tutuşan şahıs, ne Harp Nazırı olma talebi, ne de sarayın güzel kızıyla izdivaç hevesine olumlu cevap alamamanın yol açtığı hınç ve nefretle bu görevi büyük bir memnuniyetle kabul etmişti. Yola çıkmadan önce en güvendiği arkadaşına da bu yolculuğa katılmayı teklif etmişse de,  o daha henüz taze evli olduğundan dünya umurunda değildi. O nedenle bunu  kabul edememişti.

Orbay Hüseyin Rauf Bey

Kundukh Bekir Sami Bey


             15 Mayıs 1919 da Sevr planı gereği Yunan birlikleri plan dahilinde İzmir'e girmişti. Bunu haber alan Teşkilat-MahsusaOrbay  Hüseyin Rauf Bey ile Kundukh Bekir Sami Beyi Batı bölgesinde acilen bir savunma teşkilatlandırması için görevlendiriyor, oda tam isabetle buna en uygun kişi olarak gördüğü, Irak cephesinde yaralanarak baba ocağının bulunduğu  Emre Köyü'ndeki konağında nekahet dönemini geçirmekte olan  Ethem Bey'i ziyaret ediyor ve  menfi gelişmeleri ileterek yapılması gereken acil  işleri aktarıyordu. 


Pşışawko Ali Bey- 1823 Kafkasya , 1923 Gümülcine



             Ethem Bey babasının;
             - "Bir vatanımızı  kaybettik neşho(çakır gözlü) birini daha kaybetmek olmaz. Servetsiz yaşanır ama vatansız yaşanmaz. Ne lazımsa yapalım" sözü üzerine mesajı alıyor.


Bandırma Kaymakamı Yefendi Ali ve Çerkez Ethem








Mayıs 1919 a gelindiğinde H.Rauf Orbay ile Kundukh Bekir Sami Beylerin Pşışawo Ali BeyBandırma'daki konağını ziyaret ederler.
Pşışawo Ali Bey
                                           
Vatanperverlikleri ile nam salmış, savaştıkları cephelerde defalarca yaralanmış olmalarına ve dahi  hastalanmalarına rağmen, Osmanlının bir uçtan bir uca birçok cephelerinde savaşmaktan geri durmamış ReşitTevfik ve Ethem Beylerden bir direniş örgütlemelerini talep etmişlerdi. Özellikle de, o güne kadar Teşkilat-ı Mahsusa bünyesinde en tehlikeli operasyonlarda cesareti ve üstün becerisine tanık oldukları Ethem Bey asıl ziyaret sebebiydi. Zaten Ali Bey ve oğulları bu konuda herşeye hazırlıklı idiler. Ali Bey'in;
- Bir vatanımızı kaybettik Çakır! Bunu da kaybedersek olmaz. Servetsiz yaşanır ama vatansız yaşanmaz. Ne gerekiyorsa yapalım. sözü üzerine Ethem Bey ve ağabeyleri derhal Red-di İlhak çalışmalarına başladılar.
(Yani bu demek oluyor ki, "Bandırma Vapuru"  Kurtuluş Savaşı nın gerçek anlamda ilk adımının da, son kurşunun da yine Bandırma da atılacağının ilahi bir habercisiydi adeta.)
Henüz iki kişiyi ikna etmişti. Emre Köy'den arkadaşları Sefer ile Kel Ömer. Bu arada Bandırma'nın idaresini ve iletişim için güvenebileceği birine bırakmak istiyordu. Hem Bandırma'daki konak komşuşu ve baba dostu Yefendi Ahmet Bey'in oğlu,  Kabardey Köy'den çok samimi arkadaşı Yefendi Ali' yi bu işe uygun görmüştü.  İlgili makama bir tavsiye mektubu yazıp, Yefendi Aliye vererek Ali Beyin Bandırma'ya Kaymakam olmasını sağladı.

Bandırma Kaymakamı Yefendi Ali Bey


 O da, hem Arap, hem Latin alfabesiyle yazabilen iyi bir tahsil görmüş  Kuağk'o=Sekreter takma adıyla hitab ettiği kız kardeşi (Gülizar) Hanımı yanına sekreter olarak aldı. Bu hazırlıkları gören Yefendi Alinin kardeşi Üzeyir, ağabeyinden Ethem Beyle konuşup  kendisini de yanına almasını talep etmişti. Yefendi Ali, Ethem Beye;
- Bak Ethem sikueş, şu biraderim Üzeyir de senin askerin olmak istiyor. Eğer kabul edersen pek tabii.
- Gelsin elbette. Hazırlığını yapsın. Benden haber bekleyin. der. 3. Askerini de safına katar.
Ethem Bey Bandırma, Mihaliç, Manyas, Gönen ve Kirmasti gibi Çerkeslerin yoğun olarak yaşadığı yakın yerleşimleri bizzat ziyaret ederek mücadeleye katılmaya davet ediyordu.
Manyas'a gittiğinde onu hayalperestlikle itham etmişler ve alaya almışlardı. Büyük bir kızgınlıkla oradan ayrılmıştı. Birkaç gün sonra kendine katılan kırk kişilik atlı ve silahlı arkadaşlarını da yanına alarak silahlı bir süvari birliği ile Manyas meydanına girer ve bir darağacı kurdurur. Ahaliyi meydana çağırtır. Bir konuşma yapar.
- Parası olan  yeterince para, olmayan bana asker verecek. İtiraz edeni bu darağacında sallandıracağım. der.
4 yada 5 ileri gelen karşı çıkarlar. Dediği gibi de yapar.Hepsini oracıkta astırır. Ahali bakar ki bu işin şakası yok. Hiç çaresiz biat ederler Ethem Beye. Bu olay tam bir mihenk taşı olmuştur, Ethem Beyin başlatmak için çabaladığı mücadelenin ilerlemesinde. Çünkü bu olay kısa sürede bölgede kulaktan kulağa yayılmıştı. Artık hiç kimse itiraz edecek cesareti kolay kolay bulamıyordu.
Artık hazırlıklar tamamlanmış, Ethem Bey onbeş atlı ve silahlı arkadaşıyla birlikte babası Ali Bey in Emre Köy'deki çiftliğinden ihtiyaç duyacağı her şeyi de yanına alarak  bütün  hazırlıklar tamamlanmış, Salihli'ye doğru yola çıkmıştı. Yolu üstündeki aralarındaki türlü hukuku olan ve sevgi-saygı bağı olan aileleri helallik almak için ziyaret ediyordu. Uğradığı Kabardey Köyünde Yefendi Ali Bey'in evinde Ethem Bey ve kırk arkadaşına bir  ziyafet için kazanlar dolusu yemekler yapılıyordu. Bu arada arkadaşları köydeki evlerden ihtiyaç duyacakları ayni ve nakdi şeyleri topluyordu. Zekorey sülalesinden bir evde yeni nişanlı bir genç kızın çeyizinden zorla bazı değerli şeylere el koymuşlardı. Bu durumu sindiremeyen genç kız doğru Ethem Bey'e ulaşarak;
-Ethem Bey!Ethem Bey! Sen vatan kurtarmaya mı, yoksa benim gibi garibanları gaspetmeye mi çıktın bu yola ha?
Ethem Bey olanlardan habersizdir ve çok şaşırmıştır bu serzenişe.
- Anlatta bizde bilelim ne olduğunu.
-Senin adamların benim çeyizlerimi gasp ettiler. Böyle mi vatan kurtaracaksınız siz? Tüh size yazıklar olsun.
-Görsen tanır mısın onu?
-Tanırım tabii ki.
Ethem Bey adamlarına seslenir
-Hepiniz şöyle sıraya dizilin bakayım! diye emreder ve  sorar;
-Bak bakalım hangisi görelim bizde.
Genç kız şöyle bir göz gezdirir ve tanır, hemen gidip yakasına yapışır.
-İşte buydu benim çeyizimi zorla alan haydut.
Ethem Bey adamına sorar;
- Bu doğrumu?
Adam kafasıyla sessizce onaylar.
Ethem Bey silahını çekerek tam vuracaktı ki, Yefendi Ali eline  sarılır namluyu havaya çevirttiği anda silah patlar.
-Ethem napıyorsun sen? Delirdin mi? Böyle yaparsan adam kalırmı yanında?
Zekoreylerin kızının çeyizi tekrar iade edilir ve kendisinden özür dilenerek olay tatlıya bağlanır.
Yemekler yendikten sonra Ethem Bey ve arkadaşları uğurlanır ve Salihliye doğru yola çıkarlar. Yolu üstündeki tüm gerekli yerlere uğrayıp uygun olandan ayni ve nakdi yada asker toplayarak cepheye doğru ilerler. 
 
Ethem Bey en güvendiği tanıdıklarından başlayıp bölgedeki Kafkas kökenlilerin yaşadığı köylere haber salarak gönüllüler toplarken, bir taraftan da bu işin finansmanını sağlamak amacıyla tanıdığı varlıklı şahıslardan nakdi yardım toplayıp Yunan birliklerinin ilerleyebileceği stratejik bölgeye savunma hattı oluşturmak için yola koyulmuştu.  Yolu üzerindeki Kafkas kökenlilerden Kuvva-i Seyyareye büyük katılım olurken ne yazık ki diğerlerinden aynı katılım ve destek sağlanmıyordu. Zoraki katılanlarda bir yolunu bulduğunda firar ediyorlardı. Kuvva-ı Seyyare savaşçı ve ileri gelenlerinin büyük çoğunluğunun Kafkas kökenli olması da bundan kaynaklanmakta idi. 

Kuşçubaşı Eşref Bey

               Salihli'ye ulaştığında  Ethem Beyin başarılarında en büyük katkıya  sahip, Teşkilat-Mahsusa kurucularından Kuşçubaşı Eşref Beyin adeta bir cephanelik haline  getirdiği 1500 dekarı Kuşçubaşıların 500 dekarı ise Ali Beyin olan 2000 dekarlık çiftliğine uğrayıp bol miktarda  erzak, cephane ve mühimmatı da alarak Manisaİzmir ve Aydın bölgesinde bir savunma hattı çekerek Yunan birliklerinin ilerlemesine imkan vermemişti. 
                        O yuzden de Ethem Bey, başta Saruhan (günümüz Manisa ili ve çevresi) olmak uzere tum Ege'de, saygi duyulan sevilen tanınmış bir isim olur. İzmir, Yunan tarafindan isgal edilene kadar da, bölgedeki tek bir insanın ne canini yakmış, ne de varlığına dokunmuştur... Bu hususun bilinmesi gerekir çünkü önemli bir detaydır. O nedenle tekrarlayacağım. Ethem Bey, Yunan işgali öncesinde, bölgede yaşayan tek bir masum insanın kılına dahi dokunmamıştır. Hiç unutmayın bu hususu.
 Yunan İzmir'i işgal eder... Bu işgal halkı kahrederken, İzmir'in Frenk soylu devşirme Levantenleri ile Selanik dönmelerinden oluşan Sabetayistler sevinç içindedirler. Hatta işgal kuvvetlerini Yunan bayrakları ile alkışlayarak karşılarlar... Türkler ile o güne kadar dostane(!) ilişkiler sürdüren doöme ve devşirmeler, bu işgali fırsata çevirmek için Türk komşularına karşı bir anda tavır alır ve işgalci Yunan ordusu ile yakınlaşmaya, Türk'lere karşı hasmane tavır sergilemeye başlarlar. İşgalci Yunan askerleri bölgeyi ve insanları tanımadıkları için Levantenler adeta yerel istihbaratçı gibisinden, işgalci Yunan ordusu için tehlikeli olabilecek Türk'lerin isimlerini ve adreslerini Yunan subaylarına ispiyonlarken, dönmeler de savaştan çıkmış yoksul halkın üstünde baskılar oluşturmaya başlar, pazarda satılan malların fiatlarını yükseltir, şehit ailelerinin evlerini, arsalarını ve tarlalarını yok pahasına satın almak için seferberlik başlatırlar... İşte Ege bölgesinin zengin dönmeleri ve devşirmeleri böyle zengin olmuşlardır. Çalışıp kazanarak değil, Türk'lerin mallarını gasp ederek, düşman ile işbirliği yaparak bugünkü mal varlıklarına sahiptirler... Yunan mezalimi gün geçtikçe artar. Devşirmelerin ispiyonladığı Türk'lerin evlerine baskınlar düzenlenir, erkekler öldürülür, kadınlarına ve kızlarına tecavüzler başlar, Türkler artık merkezi kasabalarda, köylerde yaşayamaz olur, dağlara cekilirler...
 Onlar cekilince de dönmeler gelir ve Türk'lerin topraklarını sahiplenerek, Yunan makamlarının onayladığı, imzalı ve mühürlü sahte tapular ile Türk'lerin topraklarını gasp ederler... Bir tarafta cinayetler ve tecavüzler, diğer tarafta topraklarını gasp eden dönmeler yüzünden halk kahır içindedir... Tamda işte bu dakikada Ethem Bey ve milisleri devreye girer. Yunan ordusu icin ispiyonculuk yapan, vatansever Türk'lerin isimlerini ve adreslerini taşiyan, Türk'leri fişleyen Levantenleri tespit ederek, kacırır, öldürür ve ibret-i alem için cesetlerini darağaçlarında sallandırmaya başlar, o vatan hainlerinin... Öte yandan yolsul halka fahiş fiatlar ile ihtiyaçlarını satan dönmelerin de peşine düşer. Tefecilikle ve gasp ile topladıkları paralar ve mal varlıkları ile canları arasında tercih yapmaları gereğini hatırlatır. Dönmelerin, tefecilik ve fahiş fiatlardan edindikleri paraların bir kısmını toplar ve İstiklal Harbi'nde kullanılması için satın alınacak silahların paralarını temin etmiş olur... Yani, Ethem Bey, durup dururken hiçbir masumun cesedini ağaçlardan sallandırmamıştır. Hiç bir masum esnaftan tek bir kuruş haram para edinmemiştir. Toplanan paralar kendi cebine girmemiştir. Çünkü Çerkes töreleri olarak tanımlanan Khabze'de böylesi bir durum Haynape yani ayıp olarak tanımlanır ki, bir Çerkes icin haynape ile yaşamaktansa, ölmek yeğdir. Bu hususda önemlidir konuya vakıf olmayanlar için... Netice olarak, Ethem Bey'in topladığı paralar, İstiklal Harbi'mizde silah satın alabilmek için kullanılmıştır. (Guşan Yedic)

Zaten fidye olayından dolayı malum odakların nefretini toplayan Ethem Bey'in bu girişimi bardağı taşıran son damla gibiydi. Artık tamamen açık hedefti ve kesinlikle ortadan kaldırılması gerekiyordu, ancak o günkü şartlarda açıkça karşısına çıkacak bir güç yoktu. Tüm hamleler riyakarca, gizlice ve sinsice yapılabiliyordu.
 .. 
             Bu arada Pontus Rumlarına hamilik amacıyla  Trabzon'a gelmek üzere yola çıkan bir şahıs olduğu, bölgede yaşayan Kafkas kökenlilerce haber alınmış ve büyük tepkiyle karşılanmış olduğu bilgisi, gemiye ulaşması üzerine rotayı Samsun'a çevirmek zorunda kalmış, orada da yolculuğun gerçek amacından habersiz diğer Kafkas kökenli subaylar tarafından her ihtimale karşı başına  !Kalpak!!! (Kuvva-i Seyyare ve Kuvva-i  Milliye kurucu ve önderlerinin büyük çoğunluğunun Kafkas kökenli olmasından dolayı milli kıyafetlerinin bir parçası olan "Kalpak" adeta Milli Mücadelenin sembolü olmuştu.) giydirilerek kamufle etmek suretiyle saldırıya uğramaktan kurtarılmıştı. Takiyye sanatını mensup olduğu odaklardan aldığı eğitimle çok ustaca uygulama yeteneği olan muhterem, gerçek amacı Osmanlıyı yıkmak(!) olan, ancak sarayın yürütme aczinden dolayı insiyatifi ele almak gerektiğine inandırdığı bölge illerde yaşayan  insanları örgütlemeye vakit geçirmeden başlamıştı. Durumu öğrenen Vahdettin, yakalama emri çıkartmış, ancak iş işten geçmişti. Bu örgütlenme çalışmalarının gizli amacından  habersiz,  Osmanlı ile sorunu olmayan, sadece vatanı işgalcilerden kurtarmak amacıyla bu örgütlenmelere en fazla destek  veren yine o bölgenin Kafkas kökenlileri  oluyordu. Çok kısa bir sürede Ankara'da yeni bir meclis kurularak iki başlı bir oluşum sağlanmış, saray daha da zayıflatılmıştı.
             Bu arada Batı Cephesi Kumandanı Ali Fuat Paşa desteğindeki  Ethem Bey'in,  Yunan birliklerine karşı her daim başarı sağlıyor olması hiç hoş değildi. Artık Ankara'daki okullarda Kahraman Ethem Marşı söylenir olmuştu.

Kahraman Ethem Marşı
Güneş, ay gibi ülkeyi parlattı

Kahraman Ethem, cihadın senin!

Garbı, cihanı yerinden oynattı

Kahraman Ethem, nejadın senin!

                                                                        ****

Felek milleti yasa salmıştı

Gökleri kara bulut sarmıştı

Çocuk, ihtiyar imdat dilerdi

Düşman zulmünden feryat ederdi
                                                            
                                                                       *****

Erler içinde arslanca durdun

Eğildi sana bayırlar, dağlar!

Alçak düşmanı her yandan bozdun

Kopardın ve kırdın eğildi bağlar

                                                                   *****

Yurdun Kafkastır, uludur oymağın

Kalplerde böyle yadların vardır!

Gönlün yücedir, dünyadır oynağın

Âlemde böyle adların vardır.


Derhal Batı Cephesi Komutanlığı'na gizli amaca hizmet edecek biri getirilmişti. Bundan böyle  Ethem Bey için hiçbir şey eskisi kadar kolay olmayacaktı. Nitekim hazırladığı savaş planlarını sunduğu ve destek verileceği vaadine göre hareket ettiği birkaç operasyonda vaad edilen destekler kasten verilmeyince çok zayiat vermiş, bu durumdan rahatsızlığını her ne kadar ağabeyi  Reşit Beye iletmişse de onun telkinleri ile yatışmıştı. Buna rağmen çatışmalarda ganimet olarak ele geçirdiği silah, cephane ve mühimmatlardan ihtiyacı dışındakileri düzenli ordu birliklerine hibe ediyordu. Aylar boyu defalarca  Ethem Beyi başarısız kılma, mümkünse ortadan kaldırma  hamleleri sonuç vermeyince taktik değişikliğine gidilmiş, düzmece isyanlar tezgahlanmıştı. Son derece kurnazca bir seçimle isyancılar da yine Kafkas kökenlilerdendi ve bir taşta bir kaç kuş vurulmuş olacaktı. Ya  Ethem Bey ortadan kalkmış, yada Kafkas kökenliler birbirine düşürülmüş ve birbirlerine kırdırılmış olunacaktı. Böylece her Osmanlıyı yıkma girişiminde engel teşkil eden yegane unsur kendiliğinden bertaraf olacaktı. Saraya yakınlığı ve Osmanlıya bağlılığı çok iyi bilinen Kafkas kökenliler İngiliz altınları hibe edilerek sırası geldiğinde Osmanlıcılık adına sözde bir isyan başlatmak üzere hazır vaziyette bekletilmeye başlanmıştı.


Biga /Aznawour Ahmet Ayaklanması

Aznavur Ahmet Bey

              İlk olarak Aznavour Ahmet Bey devreye sokulmuş,  Ethem Beyle karşıkarşıya getirilmişti. 

Aznavour ayaklanması çıkınca Ankara'nın ısrarları ile ayaklanmayı bastırır. Bu arada Bandırma'ya da uğrar ve ayaklanmanın iç yüzünü öğrenmek için soruşturma başlatır.
Mihaliç'in Karayan(Sultaniye) eşrafından varlıklı Arnavut ailelerin Aznavoura çok yüklü miktarda maddi yardım yaptıkları bilgisine ulaşır. Ethem Bey bir ekip kurarak Karayan'a gönderir. Red-di İlhakmücadelesi verdiklerinden dolayı asıl kendilerine maddi yardım yapmaları gerektiği yönünde talepte bulunan birde mektup gönderir. Birde tembihler;
-Eğer para olmadığını falan söylerlerse dikkatli olun. Eski hasır-kilim yayılı görürseniz ortasına şöyle dipçikle vurun. para varsa orada gömülüdür.
Tam da dediği gibi para olmadığını Aznavourun zorla bütün paralarına el koyduğunu söylerler.  ancak evlerde yapılan aramalarda odaların ortasına gömülmüş çömleklerin içinde altın dolu olduğu tespit edilince ev sahipleri derdest edilerek yargılanmak üzere Bandırmaya getirilir.
Ne var ki Arnavutların Yefendi Ahmet Beyin kendi gibi El Ezher mezunu olan, cuma günleri hutbe vermesi için köyden Haydar Çavuş Camiine özel koruma eşliğinde faytonla getirilip götürülen biraderi Yefendi Hacı Murat Bey ile tanışıklıkları vardır.


Yefendi Hacı Murat Bey
                                                

 Yefendi Hacı Murat Beyi araya sokarak affedilmeleri konusunda Ethem Beye baskı yapılmasını isterler. Yefendi Hacı Murat Beyde ağabeyi Yefendi Ahmet Bey gibi Ethem Beyin babası Pşışaw Ali Beyin yakın dostudur. Pşışaw Ali Beye oğlu Ethem Beyi ikna etmesini rica eder. Pşışaw Ali Beyin oraya gelip devreye girmesi üzerine, Ethem Bey çaresiz kalır ve bir çıkış yolu bulmak için Yefendi Ali Bey ile odadan dışarı çıkarlar. Ethem Bey sorar;
-Napıcaz şimdi? Biz bunları yargılamamız lazım. 
-Vollehi Ethem! Biliyorsun bizde büyüklerin dediği olur.
-O zaman şöyle yapalım. Sen Kaymakamlık  yetkinle onları serbest bıraktırmış ol. Ben onların işini yolda bitiririm. Onlar şimdi güle oynaya köye döneceklerdir.
-Tamamdır. Oldu bu iş. 
Tekrar odaya dönerler. Yefendi Ali Bey sözüm  ona Ethem Beyi azarlayıp  Arnavutları serbest bırakmaya razı eder.
Ethem Bey serbest bıraktığı Arnavutları takibe aldırır. Akçapınar Köyü altında Kanlıhana geldiklerinde Arnavutlar boğularak öldürülür.

Aznavour Ahmet Bey Gönen, Manyas  ve Bandırma civarında Pşışawko Ethem Bey ve Kuvva-i Seyyare aleyhinde faaliyetlerde bulunmuş, 2. Aznavour ayaklanmasında Emre Köy'e giderek Ethem Beyin babasının çiftliğini yakmış,  Tevfik Beyin o an çiflikte olan eşi Kıymet Hanımın  parmağındaki yüzüğü çıkaramayınca parmağını kesmeye kalktıklarında çiflik işlerini yürütmesi için  köyde  bırakılan  Ethem Beyin akrabası olan gençlerden biri müdahale etmeye kalkmış, tam onu öldürmeye teşebbüs ettiklerinde  Ethem Beyin amcası Pşışawko İbrahim Beyin oğlu Kolağası Pşışawko Hüseyin Bey  engel olmaya  çalışırken kendisi öldürülmüştü. Tekrar diğer genci de öldürmek üzereyken Aznavour taraftarı çok yaşlı bir Tağematenin;
- Yahu siz ne yapıyorsunuz? Biz bunun için mi geldik buraya? Bırakın hemen o çocuğu. diyerek olaya müdahale etmesi sayesinde, o genç öldürülmekten son anda kurtulmuştu.

Kolağası Pşışawko Hüseyin Bey



Şhalako Aziz Bey

Posted by Шlэрэнкъо

Bir #Çerkes Dramı daha!!!

#EthemBey'in 15 kişilik muhafız birliğinin baş muhafızı #ŞhalakoAziz Bey.

                         #Gönen  #Çalıoba (TaşTepe) köyünden olup, #EthemBey''in davetiyle sanki böyle birşey

bekliyormuşçasına hiç sorgulamadan daha ilk kurulduğu günlerde #KuvvaiSeyyare'ye katılmış gözüpek,

vatansever olduğu kadar  yiğit bir #Adığe

Kardeşi ise, İngiliz altınlarıyla Ankara tarafından tezgahlanan Aznavur

ayaklanmasında  #AznavurAhmet in tarafında ilk iç isyan hareketine katılıyor.
#KuvvaiSeyyare tarafından #Biga da çatışmada öldürülüyor. Çaresiz kardeşini alıp Çalıoba Köyü'nde
 defn ediyor. Tekrar Kuvva-i Seyyare ile #Düzce  Sefer Berzek ve #Sivas'taki  #Çapanoğlu ayaklanmaları dahil diğer cephelerde 
mücadelenin sonuna kadar her daim Ethem Bey'in yanında yer alıyor. 
28 Ocak 1921 de Ethem Bey #KuvvaiSeyyare 'yi lağvedip vatanını terk etmek zorunda kaldıktan sonra Aziz Bey de mücadeleyi bırakarak  Ethem Bey'in köyü olan  #EmreKöyü ne komşu  #YeniZiraatlı Köyü'nden evleniyor ve hayatının sonuna dek burada yaşıyor.

                          Aziz Bey yaşı ilerleyince iki gözüde görmez oluyor. Köy kahvesinde gençlere o dönemde yaşanılanları hüzünlenerek anlatıyor. Gözleri görmediğinden dolayı vakit ne durumda olduğunu bilmediği için gece köyün gençleri onu evine götürmeyi teklif ediyor. Yol boyunca sohbet ederlerken soruyor;
-Kitaplar ne yazıyor onun hakkında?
-Hain! Yazıyor Aziz dede. Hain!
Gözlerinden yaşlar süzülüyor Aziz Bey'in. Ağlamaklı bir sesle itiraz ediyor.
-Çok haksızlık ediyorlar çokkk. Biz onunla gece gündüz demeden at sırtından inmeden dağ bayır Yunan la savaştık. Çok büyük haksızlık ediyorlar ona....

                Tüm dikkatini vatan savunmasına odaklamış olan  Ethem Bey, etrafında dönen dolaplardan habersiz olduğundan, bu isyanı gerçek sanmış ve bu duruma çok sinirlenmişti. Ankara'nın timsah gözyaşlarına kanarak yeterli gördüğü kadar kuvveti yanına alıp, Aznawour Ahmet Beyin üzerine gitmiş, Balıkesir'de başlayan çarpışmalar Biga'ya kadar devam etmişti. Aznawouru destekleyen kim varsa etnisitesine bakmadan cezalandırmış, hatta bazılarının evlerini dahi yakmış(Büyük ihtimalle babasının çiftlik evini yakanların evleridir) ve kısa bir sürede sözde ayaklanmayı bastırmıştı. Aznawour isyan tezgahlamak için kendisine hibe edilen İngiliz altınlarından artanları bile karargah olarak kullandığı kaymakamlık binasında  bırakıp, son anda kaçarak  İngiliz savaş gemisine sığınmıştı. 
 Ethem Bey sonucu derhal memnun olacaklarını zannettiği Ankara'ya bildiriyor ve cepheye dönmeye hazırlanıyordu ki, istenen olmamıştı ve diğer seçenek olan  Berzeg Sefer Bey devreye sokuluyordu. 



          Düzce/ Safer Berzek Ayaklanması

         Ethem  Bey her ne kadar bir an evvel cepheye dönmek istesede buna izin verilmiyor, rica minnet karşısında çaresiz Düzce'ye hareket etmek zorunda bırakılıyordu. 
Bu kötü gidişattan duyduğu rahatsızlıktan dolayı soydaşlarına yazdığı aşağıdaki çağrı mektubu 
Cengaver Çerkezler!...

Asırlardan beri Dinine, İslam Halifesine sadakat göstermekle maruf, cesur ve kahraman kan kardeşlerime hitabediyorum;
Kafir düşmanlardan gördüğü zulüm üzerine senelerce evvel Osmanlı Hakan'ının al ve nurlu Sancağının saye-i feyz-ü felahına kabul olunmuş olan biz Çerkezler, vatan-ı Osmani'nin itilası ve hevası namına pek şanlı hizmetler ifa ettik. Ruslar'la, Nemseliler'le, Bulgarlar'la, Sırplar'la, Karadağlılar'la yapılan muharebelerde en ön saflarda bulunarak, besalet ve hamasetimizle düşmanlarımızı hayretlere garkettik.
Atlarımızı daima düşmanlarımıza karşı oynattık. Hiç bir küffar hükumeti'nin idaresini tavan tanımadık.
Moskof Çarının cebr-ü kahrına uğradığımız zaman bize şefkatle topraklarını açan Osmanlı ve Müslüman Diyarı'na geçtik.
Senelerden beri bu mukaddes topraklarda hertürlü esbab-ı istirahatımız müemmen bir halde yaşıyoruz.
Bu gün bizi analarımız babalarımız gibi muhabbetle, merhametle, büyütmüş olan bu mukaddes ve mubarek toprak Allah'ımızın, Dinimizin, Camilerimizin, can kan ve dava kardeşlerimizin düşmanı olan İngiliz, Yunan, ve birlik olmuş küffar canavarların tecavüzüne maruz bulunmakta.
Senelerce uğruna kan döktüğümüz, kılınç salladığımız Halife ve Padişahımız hunhar İngilizlerin esareti altındalar... Menazır-ı latifesiyle, ciyadet-i havasıyla cevami-i aliyesi ile darülfünun'uyla, mektepleriyle meşhur-u cihan olan Hilafet makamlarımız, küffar işgal-i askeriyesi altında inliyor.
Padişahımızın askerleri silahsız bırakılıyor. Veliahtımızın konağı kuşatılıyor kadınlarımızın, kızlarımızın, fotografları alınıyor.
İngilizler evlere giriyorlar milletin ırzına tecavüz ediyorlar.
Ey Necip milletim!...
Ey secaatiyle, biniciliğiyle, dünyaya korku saçan asil milletim!
Dininin tahkir olunduğu bu saatta, düşmanı küffar'a karşı isyan etmeyeceğizde ne edeceğiz?
Bugüne kadar küffar tahakkümünün, İngilizi Yunanı birleşen yetmiş küffarın tahakkümünün ne olduğunu bilmediğin için bu melun hükümetlere karşı lüzumu derecede gayz ve kin gösterelim.
Fakat benim gibi anası, babası, öz Çerkez bir kardeşinizin suzişli hitabını okuduğun ve işittiğin zaman, aslan kanının galeyan edeceğine eminim... Eminim ki, bu dakikadan itibaren İngilizler'i, Yunanlılar'ı, işgalci küffarı yok etmek için and içeceksin.
Öyle ise haydi atına bin bu alçak Dini İslam düşmanlarına karşı uç. Allah'ın ve Peygamber'in intikamını al?

26 Nisan 1920                                                 Çerkez Ethem

Bu arada eller keyifle oğuşturuluyordu. Çünkü, sadece bir günde 4000 kişilik silahlı bir sözde ayaklanmacı hazırlanmıştı. Zaten savaş yorgunu, yüzlerce kilometre yol katetmiş, üstelik birde isyancılarla mücadele etmiş bir kuvvet kolayca tepelenebilirdi. Fakat hiçte öyle olmadı. Bölgenin ileri gelen Kafkas kökenlilerinin tüm ricalarına rağmen  Ethem Bey öyle şiddetli bir çatışma sergiledi ki, Berzeg Sefer Bey'in birliğini de kısa bir sürede darmadağın etti. Kurulan mahkemede suçlu bulunmuş  Sefer Bey'i cezalandırmaması için her nedense! telgraf üzerine telgraf çekiliyordu Ankara'dan. 
Burada sorulması gereken şu;
1- "Ethem Bey vatan savunması açısından çok elzem bir amaç için altı ayda toplayamadığı 4.000 silahlı adamı Sefer Berzeg bir günde hangi kaynakla toplayabildi?
2-"Padişah yanlısı olarak ayaklanma çıkardığı iddia edilen Berzeg,  Kuvva-i Seyyarenin mahkeme heyeti tarafından yargılanırken, İstanbul dan hiç bir girişim olmuyor da, Ankara'nın etekleri neden tutuşuyor?"
Bundan pek bir anlam çıkaramamış olsa da, Berzeg Safer Beyi infaz etmekten imtina etmemişti. Bu Ankara'da tam bir şok oluşturuyordu. Yine başarısız olunmuştu.  Ethem Beye cepheden gelen haberler hiç hoş değildi. Yunan birliklerinin hareketlerinden genel bir taarruza geçmeye hazırlanıyor olduğu anlaşılıyordu.  Bu çok vahim sonuçlar doğurabilirdi. Tabii ki bu organize bir durumdu.  Ethem Bey'in daha kolay bir şekilde alt edilebilmesi için tüm kuvvetini tek bir noktada kullanmasına mani olmak gerekliydi. Tamda öyle oldu. Kuvvetlerinin bir kısmını tedbir olarak Eskişehir'de bırakmak zorunda kaldı. Başkaları açısından onu ortadan kaldırmaktan daha önemli birşey olamazdı. Oradan da cepheye dönmesine engel olmak gerekiyordu.


Yozgat Çapanoğlu Ayaklanması

 Acilen Ethem Beyi asıl bitirecek olan, yüzlerce kilometre uzaktaki Yozgat'ta yine bir Kafkas kökenli Çapanoğlu Celal ve Edip Bey isyanı tezgahı, en büyük çaplısı olarak sahneye konmuştu. 

Çapanoğlu Edip Bey


              Artık bu iş bitecekti.  Ancak bundan böyle ortadaki tezgahlardan habersiz olan  Kafkas kökenliler tarafından tepki toplamaya ve sevilmemeye başlamıştı  Ethem Bey.  Amaçlardan biri gerçekleşmiş ancak asıl hedefe ulaşılamamıştı bir türlü.  Ethem Bey'i gözden düşürmek için her türlü ayak oyunları yapılıyordu. Bunlardan biride kendisinin haberi bile olmadan, bizzat kendilerinin kurdurdukları Komünist Partisi'ne kaydını yaparak, onu İslam dinine sımsıkı bağlı halk karşısında antipatik duruma düşürme girişimidir. Zaten sözde isyanların tezgahlanmasını kolaylaştıran etkenlerden biri de buydu. Oysa  Ethem Bey'in  siyasi düşüncesi  "Kızıl Komünizm" değil, "Yeşil Bolşevizm"dir.
           Ankara'ya geldiğinde halk tarafından büyük bir coşkuyla karşılanıyordu ancak birilerinin gözünde artık son günlerini yaşayan bir zavallıydı. Sahte sevgi saygı gösterileriyle avutuluyordu. Nasılsa çok yakında işi bitmiş olacaktı. 
Her ne kadar cepheyi boş bırakmak istemese de, birileri bu ayaklanmaları peydahlayıp sanki Ethem Bey'e cepheyi boşaltmaya zorluyor gibiydi.  Ne yapıp edip Çapanoğlu ayaklanmasını da bastırmaya ikna ettiler. Çaresiz Adapazarı'ndan Yozgat'a hareket etti. Yolu üstündeki Ankara'da herkes büyük kurtarıcı tezahüratları ile karşıladı.


Kısa süreli bir istirahatten sonra Ethem Bey ile ağabeyi Tevfik Bey, Mareşal Fevzi Çakmak, Mustafa Kemal ve İsmet Paşalarla acil bir toplantı yaptılar. Bu toplantıda paşaların verdikleri bilgi ve dikte etmeye çalıştıkları strateji Ethem Beyin hiç hoşuna gitmese de, ağabeyi Tevfik Bey'in yanında pek sesini çıkarmadı. Tevfik Bey dahi pek sıcak bakmamıştı talep edilen strateji uygulamalarına.
Ertesi sabah yol hazırlığı yapılırken Ethem Bey'i yeniden görüşmek için çağırttılar.  Yanına Tatar Seyfullah ile Kürt Salihi de alarak Mustafa Kemal ve İsmet paşaların olduğu odaya girdiler. Tevfik Beyi özellikle çağırmadılar. Rütbesinden dolayı ona bir baskı ve emir dikte edemeyeceklerini biliyorlardı. Ethem  Bey kendilerince düşük rütbeli bir subaydı ve her türlü emir- komut verme yetisini kendilerinde görüyorlardı. Ethem Bey ayaklanmayı bastırma konusunda  asla başarılı olamayacağı talepler karşısında tekraren bu işi kendi yöntemleri ile halledeceğini beyan ediyordu. Ediyordu da ne dese nafile. Paşalar ısrardan vazgeçmiyorlardı. Yine  Mustafa Kemal aynı şeyleri yüksek sesle tekrarlayınca Ethem Bey patladı.
-Paşa! Paşa! Madem kendiniz bastırsaydınız ayaklanmayı. Bizi neden çağırdınız? Elinizdeki silahları bile kaptırdınız 3,5 çapulcuya. Ben bu işi kendi yöntemimle en geç bir haftada hallederim. Lakin bana sonra neden öyle yaptın ? Neden böyle yapmadın? gibi şeyler söylemeyeceksiniz. diyerek kamasını çıkardı ve masaya vurdu. Devamla;
-Eğer söylerseniz senin kafanı keser İsmetin masasına , Onun kafasının keser senin masana koyarım. Karar sizin. Yoksa ben şimdi buradan cepheye dönüyorum.
Hiç beklemedikleri böyle bir çıkış karşısında ikili tam bir şok yaşadı. Biraz suskunluktan sonra Mustafa Kemal;
- Tamam. Öyle olsun. Ne gerekiyorsa yapın madem. diyebildi.
Ethem Bey çok sinirlenmişti. adamlarına bir işaretle oradan ayrıldılar. Kafasında oluşturduğu taktik icabı kestirme yol yerine Alaca tarafından Yozgat'a ilerledi. Alaca'da beşyüz kişi daha kattı Seyyaresine. Yozgat'a vardıklarında  Ethem Bey'in suskunluğu Kürt Salih'in dikkatini çekti.
-Kumandan! Ne düşünüyorsun?Yozgata vardık. Ağzını bıçak açmıyor. Neşelen biraz.
Ethem Bey gülümseyerek;
- Öylemiii? Tamam o zaman. Şenlik başlıyor birazdan.
Bütün askerlerine yüksek sesle talimatını verdi.
- Karşınıza ne çıkarsa çıksın ateş edeceksiniz. Kedi, Köpek, At, İnek dahi olsa sağ bırakmayacağız. Anlaşıldı mı? Haydi şenlik başlasın. 
Ayaklanma bastırıldıktan sonra yapılan soruşturmada Ankara valisi Y. Galip Bey'in bu işte parmağı olduğu anlaşılıyor. Yargılanmak için Ankara'dan valinin Yozgat'a gönderilmesi istenmesine karşın gönderilmiyor. İlginç değil mi?

          
Daha da ilginç olan, Bütün bu ayaklanmalara öncülük edenlerden hiç biri "HAİN" olarak anılmayıp, bu ayaklanmaları  bastıran Ethem Bey adının önüne "ÇerkeZ" toplumunun genelini ifade eden adı ve onunda önüne "HAİN" yaftası yapıştırılarak anılmasıdır. 
Ve hatta ayaklanma bölgelerinden tek bir köyün bile sürgün edilmeyip, bu ayaklanmaları bastıranların Bandırma, Gönen ve Manyas'taki köyleri sürgüne tabi tutulması nasıl izah edilebilir?
 Savaşlar  içerisinde pişmiş biri olarak  Ethem Bey beklentilerin aksine kestirmeden değil, Alaca tarafından dolaşarak Yozgat'a girerek beklenmedik bir baskın yaptığı için Çapanoğlu'nu alt etmesi de pek zor olmadı. Açtırdığı soruşturma sonucunda sözde isyanı dönemin Ankara valisi Yahya Galip Bey'in tezgahladığını öğrenir öğrenmez Ankara'ya telgraf çekerek suçlunun derhal kurulan mahkemeye gönderilmesini istemesine rağmen hamileri tarafından acilen sahte sağlık raporu düzenlenip sağlığı bahane edilerek gönderilmiyordu.  Ethem Bey ardarda çektiği telgraflarla defaten gönderilmesini talep etmesine rağmen, olumsuz karşılanmasına tahammülü kalmamıştı. Ankara'daki bağlantıları sayesinde aldığı bilgiler böyle bir sağlık problemi olmadığı yönünde olunca onun himaye edildiğini, dolayısıyla bu olayda suç ortaklığı olduğunu anlayabilmişti sonunda. Buda yetmiyormuş gibi  Ethem Bey'in bölgede yaşayan Alevilerden Kuvva-i Seyyare için 500 kişilik asker toplama girişimi dahi engellemeye çalışılıyordu. Buna rağmen Alaca Alayı adını verdiği150 kişilik bir kuvveti saflarına katabilmişti. Artık "takke düşmüş, kel görünmüş"tü. Gerçek niyetlerinin anlaşıldığını bilen 3lü yeni planlar hazırlamak için zaman kazanmak amacıyla halen Yozgat'ta olan  Ethem Bey'e Yunan birliklerinin sakin olduklarını bildiren bir telgraf çektiriyordu. Bu bilgi ışığında  Ethem Bey rahatlıyor ve aylardır savaş, yolculuk ve sözde isyanlarla uğraşmaktan bunalmış  birliklerine on günlük istirahat veriyordu. 
Yozgat ayaklanmasını bastırmayı kabul etmek için Ethem Beyin şart koştuğu, Fevzi  Paşanın da kabul ettiği halde Salihli Cephesinin sorumluluğunu Ethem Bey cepheye dönene kadar alması gerekirken, neden beklemeden Ankaraya dönmüştür? 
Yunan tarafının sakin olduğuna inandırılan, hem batı cephesindeki hemde Yozgat'taki Kuvva-i Seyyare'nin rahatlığından faydalandırılan Yunan birlikleri ani bir taarruza kaldırtılıp,  Gediz üzerinden iki kola ayrılarak ilerledi. "sol-sağ 1-2, selam dur", "rahat", "hazır ol" komutlarını uygulamaktan başka becerisi olmayan, hiç bir çarpışma yaşamamış, üç top sesi duyunca çil yavrusu gibi dağılan düzenli ordu! askerleri, Kuvva-i Seyyare'ye nazaran,  silah ve cephane yönünden kıyaslanamayacak kadar üstün olmasına rağmen, bu ilerleyişe hiç bir direnç göster(e)memişti.  Bir kol Balıkesir, diğeri ise Bursa üzerinden Eskişehir'in bazı bölgelerini ele geçirdi. Buradan ayrılan bir kol da Afyon'a doğru çok rahat bir şekilde ilerliyordu.  Yozgat'takileri panikletip kendileriyle uğraşmaya zaman bırakmadan tekrar cepheye koşmaları sağlanmalıydı. Plan aynen uygulandı. Bu onu ortadan kaldırmak için yeni bir şans demekti aynı zamanda. Ankara'dan  hemen durumu haber veren bir telgraf çekip,  Ethem Bey'in oraya geldiğinde başlarına gelecekleri de çok iyi bildiklerinden, apar-topar Ankara'yı terketmek zorunda kalmışlardı.
             Ethem Bey Ankara'ya geldiğinde, dönen dolaplardan habersiz halk onun gerçek bir ayaklanmayı daha bastırdığını  zannederek büyük bir coşku ile karşılıyordu. 
-Halaskarımız!
-Münc-i Millet! tezahüratları çınlıyordu geçtiği Ankara sokaklarında.
Ankara'da yapılan durum değerlendirmesinde kendisine düşen görev Yunan birliklerinin kontrolüne geçen Kütahya ve Demirci  civarında hakimiyeti tekrar  ele geçirmekti.  Derhal Eskişehir üzerinden Kütahya'ya hareket edilmişti. Kütahya'da  tıpkı Sinop Cezaevinden Yakup Cemil ve Deli Halit Paşa ile birlikte mahkumları Doğu Cephesine dahil ettikleri gibi, tarihte eşine az rastlanacak dahiyane bir hamle ile hapishanedeki mahkumlardan oluşturduğu bir taburu da kuvvetlerine katarak, buradan Demirci'ye giderken Simav'da gerçek bir iç isyanı da bastırmak zorunda kalıyordu. Demirci'nin Yunan eline geçmesinden cesaret alan SimavRumlar oradaki Kuvva-i Milliye karargahına saldırarak duruma hakim olmuşlardı.  Ethem Bey Demirci'ye ulaşmak için buradan geçmek zorundaydı. Ancak Yunanlıları hazırlıksız yakalamak istediğinden, onlarla çatışmadan sessizce geçip gitmek  istiyordu. Her tarafa silahlı adamlar yerleştirmiş  Simavlılar  kendilerine aşırı derece güveniyorlardı ve buna izin vermek istemiyorlardı.  Ethem Bey için  başka çare yoktu, onlarıda çok kolay bir şekilde paçavraya çevirmesi hiçte zor olmamıştı. Ancak buradaki çatışmada yaralanmıştı. Simav' a en yakın tek Adğe köyü olan Kiçir Xableye giderek orada Met Salih Bey'in Xaçeşinde tedavisi yaklaşık olarak bir ay kadar sürdü. Köy ahalisi bu tedaviye öyle ihtimam gösteriyordu ki, üzerine sinek bile konmasına imkan vermiyorlardı. Met Salih Bey ve köyün Tağemateleri bir gün Ethem Bey'i ziyarete gittiklerinde  Tağemateler sitemkarane;
-Ethem! Bu Kemal ile İsmet'e dikkat et! Onlar sonunda seni öldürecekler! Onlar için savaşma! diye nasihat ederler.
-Ben onlar için değil, Millet için, Allah rızası için savaşıyorum! diye cevap verir.
Ağabeyi Tevfik Beye devrettiği Kuvva-i Seyyare hiç  vakit kaybetmeden Demirci'ye doğru harekete geçmişti. Demirci'de Yunanlılarla günlerce süren çok çetin bir mücadeleden sonra duruma hakim olan yine  Ethem Bey'in Kuvva-i Seyyaresiydi. Ethem Bey üzerine düşen görevi yine başarıyla yerine getirmişti.   Afyon ve Uşak cıvarı kurtarılmayı beklerken diğerleri birşeyler yapmak yerine,  hala yeni tezgahlar planlamak üzere görev yerlerini terkedip Ankara'ya kaçıyorlardı. Onlar başka hesaplar peşindeydiler. Kendilerinin halletme sözü verdikleri bu bölgede hiçbir girişimde bulunmamış, tam aksine  buranın kurtarılma yükünüde  Ethem Bey'in üzerine yıkmışlardı. Kara harekatıyla Kuvva-i Seyyarenin hakkından gelinemeyeceğini  anlayanlar, Yunanlılara artık uçaklarıda kullandırmaya başlamıştı.  Ethem Bey çaresiz Kuvva-i Milliye uçaklarının yardımını istiyordu ancak onlar düşman kuvvetlerini  vuracakları yerde sözde yanlışlıkla(!)  Kuvva-i Seyyare birliğini bombalıyordu. Hiç ummadıkları bu saldırıya hazırlıksız yakalanan Kuvva-i Seyyare askerleri büyük kayıplar vermişlerdi.  Yinede büyük bir özveri ile mücadele etmiş ve bölgeyi Yunan birliklerinden temizlemişlerdi.
           Ethem Beyin zaten yerinde olmayan vücut sağlığı o denli bozulmuştuki bu aylardır süren mücadele boyunca, artık tedavi olma mecburiyeti hissediyordu. Bu amaçla Kuvva-i Seyyarenin komutasını ağabeyi Tevfik Bey'e bırakarak Ankara'ya gitmek zorunda kaldı. Buradaki tedavisi sırasında ziyaretine gelen vekillerden bazıları ona  Ankara'da yaşanan siyasi çekişmeler konusunda bilgiler veriyor ve  Ethem Bey'in hiçbir mevki, makam ve paye edinme amacı olmamasına karşın, cephede göstermiş olduğu olağanüstü başarılardan dolayı onu kurmak istedikleri Yeşil Ordu'nun başına getirmek istiyorlardı. Ancak bu kurulmak istenen Yeşil Ordu malum odakların yüz   yıldır yapmaya çalıştıkları amaca hizmet etmekten öte,  tam aksine onların tamamen tasfiyesi anlamına geliyordu ki, buna asla izin veremezlerdi. Bu ordu tamamen halkı gözeten, diğerlerinin kuracakları düzenli ordu ise, egemen sınıfın çıkarlarını korumaya yönelik olacaktı. 


Dahiliye Vekili Seçiminde   Kendi Ayağına Sıktığı Kurşun

Ankara'daki meclis bu iki kanadın siyasi arenası durumuna gelmişti. Muhtelif mevki ve makamlara aday olarak Yeşil Orducular tarafından desteklenen  vekiller oylamalarda galip gelerek seçimi kazanmalarına rağmen, diğer kanadın önde gelenleri tarafından haklarında uydurulan yalan ve iftiralarla karalama kampanyaları yüzünden yıpratılıyor ve  istifa etmeye zorlanıyordu. Öylesine ustaca entrikalar yapılıyordu ki düzenli ordu kanadının başı tarafından, Yeşil Orduyu destekleyen ve meclis seçimlerinde kendilerini alt eden Tokat Milletvekili Nazım Beyi  bile,  Ethem Bey'in nüfuzunu  kullanarak istifaya zorluyorlardı. Ethem Bey Nazım Bey olayında belkide hayatının en büyük hatasını yaptı. Nazım Beyi istifa ettirip yerine İleride kendine karşı kullanılacak olan Refet Belenin Dahiliye Vekili olmasını sağladı.
 Eğer demokratik bir şekilde seçimi kazanarak o makamı hak etmiş Nazım Beyi istifa ettirmeseydi ve  Dahiliye Vekili görevinde o olsaydı, bugün tarih çok farklı bir mecrada ilerleyecekti kesinlikle.
  Ethem Bey aldığı Adğe terbiyesi sebebiyle  büyüklerine karşı aşırı derece saygılı, fakat burnunun dibinde yaşanan entrikaları görmekten aciz ağabeyi  Reşit  Bey'e aşırı güven ve itaatkar olması, riyakarlar tarafından çok iyi biliniyor ve ustaca  kullanılıyordu. 

Pşışawko Reşit Bey

             Bütün idari makamları kendi amaçlarına hizmet edecek kimselerle dolduruyorlardı.Yapılan hesap önce Ethem Bey'i yalnızlaştırıp, sonra açıkça saldırmaktı.  Ethem Bey'le uyumlu çalışan her kim varsa türlü gerekçelerle onunla direk ilişkili olamayacağı veya etkili olamayacağı başka makamlara kaydırıyorlardı.  Ethem Bey politikanın yabancısıydı ve açıkçası siyaset, politika, mevki, makam herhangi bir paye hiç umurunda bile değildi. Onun tek derdi hasbelkader yaşadığı vatanı emperyalist güçlerin elinden kurtarmaktı. Ancak şunu bilmiyorduki, emperyalistlerin parmağı burunlarının dibindeydi ve her zaman öyle olacaktı. 


Entrikaların Zirve Yaptığı Dönem

               Ethem Bey tedaviye cevap veriyor ve birkaç gün sonra sağlığına tam olarak kavuşmamış olsa bile biraz toparlıyordu. Ona rahat haramdı sanki. Daha sağlığına tam olarak kavuşamadan  Kütahya cephesinden kötü haberler gelmeye başlıyordu. Hemen tedaviyi yarıda kesip cepheye dönmeye karar veriyordu. Tezgahlar bir türlü bitmek bilmiyordu. Oraya vardığında Konya'da Delibaş namında birinin büyük bir isyan başlattığı ve Ankara'dan gelen bir emirle bu sözde isyanıda  Ethem Bey'in  bastırması isteniyordu. Bu oyuna çok gelmiş olan  Ethem Bey, artık bu tür şeylere ehemmiyet vermiyordu. Bu görevi ne kendisi nede ağabeyi  Tevfik Bey kabul etmese de, aşırı ısrar karşısında birliklerinden bir kısmının bu göreve katılmasına izin vermek zorunda bırakılıyordu. Kuvva-i Seyyarenin bu göreve katılması demek, oraya yardımdan çok bu görevin kendi üzerine yıkılması demek oluyordu. Hemen akabinde Kuvva-i Seyyare kuvvetlerinin sayıca azaltıldığı  tarafta Yunan birlikleri ile  Gediz'e büyük çaplı bir saldırı başlatılıyordu. 


2. Gediz Muharebesi

Ethem Bey, Redd-i İlhak mücadelesine başlayalı iki yıla yakın bir zaman olmasına ve Kuvva-i Milliye düzenli ordusunun güçlenmesi için yaptığı onca desteğe rağmen, düzenli ordu  Yunanla çarpışmadan her daim men ediliyor, sürekli ricat emri uygulatılıyordu. Ethem Bey'in ilk defa Kuvva-i Seyyare ile düzenli ordunun müşterek bir muharebe uygulama düşüncesine Ali Fuat Paşa  hemfikir olunca, bu kararlarını Ankara'ya da bildirdiler. Bu Ankara'dakilerin hiç işine gelecek bir durum değildi. Eğer Kuvva-i Seyyare ile düzenli ordu birlikte savaşmaya başlarsa, Yunan'ın buna karşı koyabilmesi ve tutunabilmesi imkansızdı. Ankara'nın karşı çıkmasına rağmen ikili bu kararlarını uyguladılar. 
Bu çatışmalarda Yozgat'taki alevilerden oluşturulan 150 kişilik Alaca Alayı, Ankara'dan alınan bir talimatla İnönü ve Refet Bele tarafından bozgunculuk yapması için özel olarak gönderilen fitneciler;
             -"Hükümetin düzenli ordusu dururken Ethemin çetesine(!) katıldınız. Bunun hesabını vereceksiniz." diye tehdit edilince, onlarda;
             -"Madem hem savaşıp hemde ceza göreceğiz, neden burda ölelim" diyerek cepheden firar ediyorlardı. Yalnız kalan diğer kuvvetler çok şiddetli geçen çatışmalar sonucunda ilk önce gerilemek zorunda kalmış olsalarda,  daha sonra toparlanabilmişlerdi. Hem Kuvva-i Seyyare hemde Yunan birliği çok büyük kayıplar verdiği halde Yunanlılar hızla bölgeyi terketmek zorunda kalıyordu yine. Bu ilk ve tek müşterek savaşta zafer kazanılmıştı. Ancak bu zafer Ankaranın hiç hoşuna gitmedi. Bu muharebe akabinde Yunanistan karışmış uğranan hezimetten dolayı Yunan Kralı cunta tarafından devrilmişti. Ethem Bey ile Ali Fuat Paşanın popülaritesin bir an evvel ortadan kaldırılması elzemdi Ankara için.
 Neşriyatın önemini çok iyi biliyorlardı. Eskişehirde yayınlanan Yeni Dünya Gazetesi Ethem Beyin adeta sözcülüğünü yapıyordu. Ethem Beye karşı başlatacakları kara propaganda karşısındaki  bu gazetenin, Ethem Beyin elinden alınması gerekiyordu. Bu zoraki/cebren yapılabilecek bir şey değildi. Bu gazetenin Ankaraya taşınması ihtiyacı varmış gibi Ethem Beyden izin istediler sinsice. Ethem Beyde bu fikre kanarak gazetenin naklini onayladı ve adeta kendi ümüğünü sıktı.
 Kendi yol açtıkları zararları Ethem Bey ve Ali Fuat Paşanın hatası imiş gibi lanse ederek Ali Fuat PaşaBatı Cephesi Komutanlığı görevinden alarak Moskova'ya Askeri Ataşe olarak göndererek Ethem Beyi yalnızlaştırma hamlelerine başladılar.
              Ethem Bey,  Alaca Alayı konusunda maşalık eden kişiyi tespit etmiş ve İstiklal Mahkemesine şikayet ederek yargılanmasını istemiş olması,   hamilerinin zıvanadan çıkmasına yol açmıştı. 
Bunun üzerine tuz biber eken diğer olay ise, Kütahya'ya Kuvva-i Seyyare aleyhine faaliyet göstermek amacıyla tayin ettikleri mutasarrıfı, faaliyetlerinden dolayı Tevfik Bey'in idam etmekle tehdit etmesiydi. Ankara'daki gizli eller dışarıdan veya açıkça karşısına geçerek alt edemedikleri  Ethem Bey'i içeriden fitne fesat yayarak yıkma çalışmalarına büyük bir hızla başlamışlardı. Düzenli ordu bünyesindeki subaylarını Kuvva-i Seyyare içine nifak sokmak için kullanıyorlardı. Bundan başka bölgedeki  Ethem Bey'in en büyük destekçisi olan Demirci Mehmet Efe'yi de hedeflerine almışlar, en yakın adamlarını bile ona karşı kışkırtarak bir suikast yapmaya teşvik eder olmuşlardı. Ethem Bey'i tamamen yalnız bırakabilmek için Demirci Mehmet Efe de ortadan kaldırılmalıydı. Artık Kuvva-i Seyyare içerisine malum odaklar tarafından sokulan fitneler yüzünden cadı kazanı gibi kaynamaya başlamıştı.
            Tüm bunlar Ali Fuat Paşa Batı Cephesi Kumandanlığı'ndan alındıktan ve yerine İnönü getirildikten sonra ayyuka çıkmıştı.  Ali Fuat Paşa döneminde sinsice kurulabilen tezgahlar şimdi daha kolay ve aşikar şekilde uygulanabiliyordu.   Ethem Bey ortaya çıkan bu olumsuz gelişmeler hakkında görüşmek üzere Ankara'ya giderek  hesap sorduğunda, hem riyakarca inkar ediyorlar, hem daha sonra tekrar her türlü entrika çevirmekten geri kalmıyorlardı. Kendisine karşı açıkça meydan okunmadığı için bir şey yapmadan tekrar cepheye dönen  Ethem Bey'e başarısız bir suikast girişiminde bulunmuşlarsa da muvaffak olamamışlardı. Bu defa çok kapsamlı bir plan kurarak bir bahane uydurup onu sağlık problemi olmasına rağmen(!) Ankara'ya gelmeye mecbur bırakmışlardı.    
           Plan şuydu;
           Güya Sadrazam Ahmet İzzet Paşa ve yanındaki heyetle Bilecik'te görüşecek ekibin içinde  Ethem Bey'in de olması gerekiyordu. Bu nedenle gayet doğal olarak yanına büyük bir kuvvet almak yerine birkaç korumasıyla katılacaktı. 

Topal Osman

               Karadeniz  bölgesinde Pontus Rumlarına karşı mücadele eden  Topal Osman ve yaklaşık 50 kişilik silahlı kuvveti dikkat çekmemesi için sivil kıyafetle trene alınacak müfreze tarafından, mümkünse tren yolculuğunda, olmazsa Bilecik'te  Ethem Bey ve adamları kesin olarak ortadan kaldırılacaktı.  Ethem Bey'e yapılacak suikast sebebiyle Eskişehir'de olabilecek bir halk ayaklanmasına karşı cepheden bir hücum kıtası getirilmiş, Kuvva-i Seyyare tarafından gelebilecek herhangi bir saldırıya karşı da Porsuk Köprüsü cıvarına bir alay asker yerleştirilmişti. Fakat evdeki hesap yine çarşıya uymadı.  
        Tren Garında  Topal Osman ve yanındaki bunca silahlı kişinin olmasından şüphelenen Hacı Şükrü Bey  Ethem Bey'i ve korumalarını uyarmıştı. Trende dost bildiği kişilerin çokluğundan dolayı böyle bir şeye ihtimal vermese de, korumaların aşırı titiz hareket etmelerinden Eskişehir'e gelinceye kadar böyle bir suikast imkanı oluşmamıştı. Burada  trenin uzun süreli bir  ikmal molası verecek olmasından ve Ethem Bey'in istirahat ihtiyacı hissetmesi sebebiyle, ayrıca iki  düzenli ordu subayının  kendisiyle görüşme konusundaki ısrarları karşısında, Kuvva-i Seyyare için oluşturdukları karargahta konaklamaya karar vermişlerdi.  Ethem Bey'in yüzyüze görüştüğü,  kendisi hakkında olumlu ve iyi niyetli düşünceye sahip bu subaylar bilgileri dahilindeki bu suikast planını ayrıntıları ile anlatarak, hazırlanan tuzağa düşmekten kurtarmışlardı.  Ethem Bey acilen korumalarını arttırarak uygun yerlere yerleştirmişti. Bu olağandışı değişikliği gören suikast işbirlikçileri, niyetlerinin öğrenildiğini tahmin ederek, bu durumu derhal planlayıcılara bildiriyor ve bu işin kendileri açısından çok kötü sonuçlar doğurabileceğini bildiklerinden, Ethem Bey'in trene gelmesini beklemeden treni hareket ettirerek kaçıyorlardı. Ethem Bey kendisi için burada durmanın bundan böyle çok tehlikeli olabileceğini anlamış ve oda derhal cepheye dönmeye karar vermişti. Onunla beraber  Hacı Şükrü Bey de Kütahya'ya gelmişti. 
               Bu suikast olayı Ethem Beyle Ankara arasındaki ilişkilerde tam bir kırılma noktası oluyordu. Suikastin gerçekleştirilemeyişinin sorumlusu olarak  Hacı Şükrü Bey'i  gören Ankara'dakiler, onunla görüşme bahanesiyle makam odasına davet ederek hesap soruyor, tartışma alevlenince  hazırda bekleyen  Topal Osman tarafından öldürülüveriyordu. En önde gelen siyasi rakiplerini böylece ortadan kaldırmış oluyorlardı.
 Artık herşey ortaya çıkmıştı. Ne pahasına olursa olsun  Ethem Bey ortadan kaldırılmalıydı. Düzenli ordu kuvvetleri Kütahya'daki Kuvva-i Seyyare üzerine saldırmak için Eskişehir bölgesinde yoğunlaştırılıyordu.  Aynı zamanda Kuvva-i  Milliye kumandanlarına sanki bütün problemler  Ethem Bey tarafından çıkarılmışta, kendileri iyi niyetle barış teklif ettikleri halde  Ethem Bey barış yapmaya yanaşmıyormuş ve bu işin artık barış yoluyla çözülemeyeceğini, bundan böyle güç kullanmak gerekeceğini belirten telgraf çekmeyi de ihmal etmiyorlardı.  Tüm hazırlıklar tamamlanınca Kütahya'da bulunan Kuvva-i Seyyare üzerine saldırmak gayesiyle harekete geçildi. 
             Manidar olan; Kuvva-i Seyyare ye oranla kıyaslanamayacak kadar  ateşgücü üstünlüğü olan, gerçek hainlerin güdümündeki düzenli ordu , Yunan işgalinden bu yana işgalcilere karşı ne tek bir saldırı, nede tek bir savunma  gerçekleştirmemiş olduğu halde, işgalin başından beri Yunan birlikleriyle mücadale eden tek unsur olan Kuvva-i Seyyareye bu  hassas dönemde saldırmaktan  ve ülkeyi bir iç savaşa  sürüklemekten imtina etmemiştir. 
               Ethem Bey, Gediz  üzerindeki kuvvetlerine saldırılınca çaresiz  kalarak, nefs-i müdaafa icabı, üzerine gönderilen kendi kuvvetlerinin çok üzerinde olan bu kuvveti  darmadağın etmesine rağmen, tamamen imha edebileceği halde, hem bir iç savaş yaparak kardeş kanı dökmemek, hem de bunun ileride yol açacağı sonuçların vebalini göze alamadığından, imha etme  yoluna gitmemiş, bu çatışmadan istifade ederek iç kısımlara ilerleyen Yunan birliklerinin daha da ilerleme riskini ortadan kaldırmak için, onları desteksiz bırakabileceği Gördes  civarına çekilerek tekrar Yunan hatlarını zorlamaya başlamıştı. 
              Bu açmaz içerisinde olmanın psikolojisi ile meclise gönderdiği telgrafta yazdıklarında yerden göğe kadar haklı olmasına karşın, beylerin hoşuna hiç gitmeyen bu yaklaşım yüzünden o güne kadar meclis çoğunluğunun desteği aleyhine dönüyordu. Böylece başlatmış olduğu kurtuluş mücadelesi boyunca, Osmanlıyı yıkma gayretlerinin önündeki en büyük  engel olan kendisini ortadan kaldırmayı tek amaç edinmiş gerçek "HAİN" lerin ekmeğine yağ sürmüş oluyordu. Bu telgrafı son derece abartarak vekillere okuyan gerçek hainlerin başı, yapılan oylamadaki oy fazlasıyla  Ethem Bey ve ağabeylerini "HAİN"ilan ettirmeyi başarıyordu.  Daha önceleri Ethem Bey'den bahsederken, yada çektikleri telgraflarda "Beyefendi" sıfatı kullanırlarken, "HAİN"in yanına birde "ÇERKEZ" liğini de vurgulayarak, milli mücadelenin en başından beri hep en ön  saflarda olmuş tüm Kafkas kökenli fedakar, vefakar, cefakar insanlarıda bu "HAİN"sınıfına dahil ediyordu GERÇEK HAİN ler.
             Ethem  Bey'in böylesi bir iç savaştan kaçınıp tekrar Yunanlılara karşı cepheye dönmesi,  Yunan birliklerinin  Eskişehir bölgesini mecburen boşalmasına neden oluyor, hazır boşaltılmış bölgeye hiç savaşmadan düzenli ordu birliklerini yerleştiren "HAİN" ittifak sanki kendileri savaşarak bir zafer kazanmış gibi meclise yansıtıyordu.  Meclisten aldıkları yetkiyle tekrar düzenli ordu birliklerini Kuvva-i Seyyare  üzerine daha bir arsızca göndermesi karşınında durumun vahametini gören  Ethem Bey, hiç savaşmadan geri çekilirken;
- "Şö  şeşoğ, Şö şeşoğ" (Havaya atın, havaya atın.) diye emrederek, hem kardeş kanı dökmemeye, hemde karşı karşıya kaldığı düzenli ordu birliklerinin hızını kesmeye  çalışıyordu. 
Kuvva-i Seyyare'nin kurmay heyeti toplanmış ne yapacaklarını karar vermeye çalışıyorlardı. Dışarıda merakla ve heyecanla bekleyen askerler tezahürat yapıyorlardı;
-ANKARA! ANKARA!ANKARA!!!
Tam 376 çarpışmadan hiç yenilmeden her birinden zaferle çıkan Cengaver Ethem Bey ile, bir iç savaşın doğuracağı vahim sonuçları çok iyi görebilen Pşışawko kardeşler, tarihte eşi benzeri görülmemiş bir strateji geliştirmek zorunda bırakılmışlardı. kendileri aylardır savaştıkları  düşmandan geçiş izni isteyerek cepheyi terk edip, lağvettikleri Kuvva-i Seyyare askerlerini, maaşlarını son kuruşuna kadar ödeyip artan parayı da Parti Pehlivana teslim ederek kendilerine karşı cephe açmış  Kuvva-i Milliye birliklerine katılmaları için serbest bırakmışlardı. 


Büyük biraderi Reşit Bey Yunanla geçiş protokolünü uygulamak amacıyla İzmire intikal etti. Tevfik Bey ise aile efradını yolculuğa hazırlamak için Bandırmaya geçtiği halde bu durumu içine sindiremeyen Ethem Bey aşırı derecede sağlığı bozulmuş halde birkaç yakın silah arkadaşıyla Sındırgı civarından dağlık bölgelerden gece yolculuğu yaparak Manyasa geçmişti. Buradan bir yolunu bulup Enver Paşanın olduğu doğuya geçmeyi tasarlıyordu. 3-4 hafta çaresizlik içinden bir çıkış yolu bulmaya çalışsa da  bu mümkün olmadı. Evinde kaldığı köy ağası büyük tedirginlik yaşadığını ifade edince, Susurluktaki Yunan karargahına haber göndererek anlaşmaya hazır olduğunu bildirdi. 1921 yılı Şubat ayı sonlarında Susurluk Söve köyünde bir protokol ile teslim oldu. Pşışawko kardeşler Yunan'dan aldıkları geçiş izniyle cepheyi terk ettikten sonra 150 likler listesinin en başına konmuşlardı. 
                  Kuvva-i Seyyare dağıtılınca  meydanı boş bulan Ankara'nın güdümündeki jandarma birlikleri, Manyas, Gönen, Bandırma, Biga, Kirmasti, Mihaliç, Susurluk ve hatta Balıkesir cıvarlarındaki Adığe köylerine muhtelif zamanlarda baskınlar yapıyordu. Ne kadar Adığe genci yakalarlarsa hiçbir gerekçe göstermeden tutuklayıp, usulen yargılandıktan sonra, bahsi geçen yerlerde kurulan darağaçlarında her gün en az bir düzinesi idam edilerek, tam bir soykırım uygulanmıştı. Bu durumdan endişe duymaya başlayan Çerkesler, erkek çocuklarını damda, samanlıkta, hayvan ağıllarında veya bağ evlerinde saklamaya başlamışlardı.
              Bununla da yetinilmemiş, 1922 sonları ile 1923 ilk yarısında Manyas, Gönen ve Bandırma  civarındaki 14 Adığe köyü sakinleri  peyderpey Taa Suriye hudutlarına kadar sürgüne tabi tutulmuşlardı. Nasıl bir nefretse bu, güzergahları üzerindeki yerleşimlerde yaşayanlara da sıkı sıkı tembihlemişlerdi ki;
              -Bu gavur Çerkezler çok vahşidirler. Sakın ola ki bunlara yaklaşmayın. Birşey isterlerse katiyyen vermeyin. 
              Yok pahasına sattıkları mallarından elde ettikleri paralarıyla alış veriş dahi edemiyor, yiyecek ihtiyaçlarını bile gideremiyorlardı. Taa ki bir Cuma günü trenin mola verdiği bir yerde sela verildiğini duyan bir yaşlının Cuma namazı kılmak için izin isteyip, buna izin verildiğinde bütün Adığe erkeklerin sevinçle cuma kılmaya geldiğinde ahali anlıyor ki bunlar gavur falan değil kendileri gibi müslüman bir toplum. Bütün endişeleri ortadan kalkıyor, kimin evinde yiyecek türünde neyi varsa onlarla paylaşıyordu.

1930 lu yıllarda Almanya'da  tedavi olurken çekilen röntgen filminde Ethem Beyin yüreğinin normal bir insan yüreğinden çok büyük olduğunu fark eden Alman doktorlar, ondan yüreğini organ bağışı yapmasını talep etmişlerdi. Ethem Bey bu talebi kabul etmişse de, o günlerde Avrupa'da  oluşan aşırı milliyetçisi siyasi iklim Ethem Beyi çok rahatsız etmişti. Tedavisini tam olarak tamamlayamadan Almanya'yı terk etmeye karar vermişti. Gidecek ülke araştırırken Mısır kralından çok cazip bir teklif alıyor ki;
Mısır Krallık sarayının baş muhafızlığı teklif edildiği halde kabul etmemişti. Ürdün'e geçerek tek gözlü bir kulübede yaşamayı seçmişti.
Makam hırsı olan bir adam böyle bir teklifi neden red etsin?
Sadece bu bile onu makam beğenmemekle suçlayanların yalanlarını çürütmeye yeter.

               Yıllarca gurbet ellerde yaşamak zorunda bırakılan  fedakar Pşışawko kardeşler, 150 liklere çıkan aftan sonra  Ethem Bey hariç yurda dönmüşlerse de, tam bir açık cezaevi hayatı yaşamak zorunda bırakılmışlardı. Aile dışında kim onlarla selamlaşsa, yada konuşsa muhbirler tarafından jandarmaya ihbar ediliyordu. İhbar edilen kişi derhal karakola götürülüp saatlerce sorguya çekiliyor, dayak ve işkenceye maruz kalıyordu.
               Ethem Bey ise, son ikamet yeri olan Amman'da tek odalı bir kulübede, komşu Adığe'ler tarafından getirilen yiyeceklerle karnını doyuruyor, aksi halde aç kalıyor fakat kimseden bir şey talep etmiyordu. Bu şartlarda dahi affedilmeyi  kabul etmiyor, dönmek için adil bir mahkemede yargılanmayı şart koşuyordu. Adil bir mahkeme, kendisini HAİN olarak yaftalayanların tüm kirli çamaşırlarının ortaya dökülmesi anlamına geliyordu ki, bu konuda garanti veremiyorlardı kendisine.
              Kendisini ikna etmeye giden tanıdık kişilerin elbiselerini kokluyordu bir nefes vatan havasının kokusunu ciğerlerine çekebilmek için koca Çerkez
              21 Eylül1948. Bir daha o havayı teneffüs edemeden bu dünyadan göçüp gitti o büyük cengaver. 
              Naaşını yıkayan imam cemaattekilere sorar;
              - Bu rahmetli yaşarken ne iş yapardı? Vücudunda tam 17 kurşun yarası gördüm.

              Ethem Bey'in hain olduğunu iddia edenlere durumu özetleyen bir anekdot;    
              Amcam Kuşçubaşına sorar;
- Yaa o kadar güçlüydük. Neden Ethem amca çekip gitti? der.
            Eşref beyin cevabı;
- Evlat! İsteseydik Türkiye'yi kan gölüne çevirirdik. Ama biz burda misafiriz. Misafir olduğumuz yerde kan dökmeyiz...

Mekanın Cennet, Ruhun şad olsun Apoletsiz Mareşal!!!

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Subscribe Now: standard

Translate