Pşışawo Sülale Damgası |
Gazi Pşışawko Ethem Bey Cephede |
Ethem Bey Kimdir?
* Kafkasyanın kadim halkı Adığe'lerin Şhapsığ(o) boyundan, Pşışawo kabilesine mensup Abdullah Efendinin oğulları Ali, İsmail, İbrahim ve İshak Bey kardeşlerden Ali Bey'in en küçük oğludur.
ETHEM BEYİN ÇOCUKLUĞU
Ethem Beyin annesi Goşehan Hanım, Ethem Bey 6 yaşında iken
vefat etmiş. Babası 2. Evliliğini eski Bandırma Kaymakamı Hüseyin Vehbi Beyin
baldızı, Manyas’ın Süleymanlı Köyü'nden Ubıh Behice Hanım ile yapmış. Ethem Beyin üvey
annesi, Ali Beyin 2. Eşi Behice’nin çocukları Zeki ve Zihni Ethem Beyin üvey
kardeşleri.
*Babası Ali Bey eski bir Teşkilat-ı Mahsusa kurucu üyesi.
* İki ağabeyi İlyas Bey ve Nuri Bey Balkanlarda Rum ve Bulgar ayaklanmacılara karşı katıldıkları çarpışmalarda hayatlarını kaybetmiş,
*Diğer iki ağabeyi Reşit Bey ve Tevfik Beyler de Osmanlı ordusunda subay olarak Osmanlı'nın bir çok cephelerinde savaşmış ve yaralanmış.
* "Ekmeğinin hasmı" olarak nitelediği ve çok varlıklı babası Pşışawko Ali Bey tarafından o kadar sevilmesine ve refah içinde yaşayabilecek olmasına rağmen, evden kaçarak İstanbul Bakırköy'deki Küçük Zabit Mektebini 1.likle bitirip, kendisi de diğer ağabeyleri gibi asker olan.
*Osmanlının bir çok cephesinde katıldığı savaşlarda defalarca yaralansa dahi her iyileştiğinde tekrar cephelere koşmuş.
*Yunan birlikleri İzmir'e girdiğinde;
Bandırmadaki telgrafhaneye giderek,
-Bir telgraf çekin Salihli'ye. Ödemiş dağlarında Redd-i İlhak uyansın. Bayrağa, silaha ve yırtık Kur'ana el basıp, Mahşere değin dayansın. diye bir telgraf çektiriyor.
Herkes(100 Km. içerideki karşılaştıkları ilk direnişi başlatan Hacı İlyas Köyü'de "ÇERKES/Z" tir. Adı sonradan İlk Kurşun olarak değiştirilmiştir.) çiçeklerle/alkışlarla, köy minarelerine Yunan bayrağı asarak karşılamışken, cephede aldığı yaralardan dolayı evinde nekahet döneminde olduğu halde, kilometrelerce uzaktaki Bandırma'dan kalkıp, oralarda kurtuluş mücadelesi başlatan,
*Kurtuluş mücadelesinde engel çıkaran en yakın arkadaşı bile olsa, kim olursa olsun o günkü şartların gerektirdiği cezayı vermekten imtina etmeyen,
*Kendi komutasındaki Kuvva-i Seyyare mensubu silah arkadaşlarını, kendisini hedef almış olan Kuvva-i Milliye'ye karşı kullanabilecekken, mücadeleyi tasavvuru mümkün olmayan çok vahim sonuçlar doğurabilecek bir iç savaşa dönüştürmemek adına, büyük bir özveri ile Kuvva-i Milliye birliklerine katılmaları ve kurtuluş mücadelesini bu şekilde devam ettirmeleri talimatını vererek, kendini feda ve heba eden bir insan nasıl !!!HAİN!!! olabilir?
Şöyle olur;
Ethem Beyi "Hain"liğe götüren süreç, dönemin İzmir Valisi Rahmi Beyin oğlunu kaçırıp 50.000 lira cıvarında bir fidye almasıyla başlamıştır.
1800lü yılların başlarında Almanya ile yakın dostluk ilişkisi içerisine giren Osmanlıyı ortadan kaldırmak, hükmetmekte olduğu topraklardaki kaynakları ele geçirmek amacıyla Avrupa devletlerinin askeri gücünü kullanan malum odaklar, Osmanlının hüküm sürdüğü her yerde ayaklanmalar tezgahlamaya başlamışlardı. Bu ayaklanmalar sonucunda Osmanlı sınırları sadece Anadolu topraklarını kapsayacak derece daralmıştı. Bununla da yetinmeyen bu odaklar, Anadoluyu da Avrupalı müttefikler arasında paylaştıran yeni bir planı(Sevr) 1900 lü yılların başında uygulamaya koymuş, Fransızlara Doğu Anadolu bölgelerini işgal ettirmiş, Fransızların desteğinde Ermeniler ayaklandırılmış, hemen akabinde ise İngilizler tarafından Dünyanın bir ucundan getirilen Anzaklarla, tüm savunma planları, silah ve cephanesi Almanlar tarafından sağlanan malum Çanakkale Savaşı yaşanmıştı.
1914 Dünya Savaşının son senesinde, Filistin Cephesi’nde Ordu ve Kolordu Kumandanı olarak “Nablus”ta bulundukları sırada, İngiliz Ordusu’nun bir gece saldırısında orduyu meydanda başsız bırakarak, yüzlerce kilometre gerilere kaçan ve kendi ihanetlerini kurtarmak ( kapatmak) endişesi ile Haleb’e kadar kaçan ve kısaca Fırat nehrine kadar olan tüm Arabistan’daki ordularımızın kahredici bir hezimete uğramasına neden olmuş, çevirmeden birinci derecede sorumlu bulunan, Güpegündüz karşı cephede siper almış düşman askerlerinin üzerine;
"Ben size savaşmayı değil ölmeyi emrediyorum(!)" diyerek taarruz ettiren ve binlerce vatan evladını düşman kurşunlarına hedef tahtası haline getiren büyük komutanlara rağmen, Mecidiye tabyasındaki Havranlı Seyit Onbaşının Ocean adlı İngiliz gemisini vuran son top mermisi sayesinde takdir-i ilahi ile işgale muvaffak olamayan bu güçler yeniden geri dönmek zorunda kalmışlardı.
İşte bu andan itibaren Ethem Bey Levantenlerin radarına girmiş, ve bu onun için sonun başlangıcıdır.
Aynı günlerde Karadeniz bölgesindeki Pontus Rumları malum güç odakları tarafından ayaklandırılmıştı. Ancak bölgede yaşayan Kafkas kökenlileri teşkilatlandıran Çerkez Ekrem Bey tarafından çok şiddetli karşılık görüyorlardı. Bu durumdan son derece rahatsız olan İngilizler, gerek Harp Nazırı olarak, gerekse damat olarak saraya bir türlü sokamadıkları malum şahsı silah, cephane ve mühimmatla dolu bir gemiyi emrine tahsis ederek, Pontus Rumlarına daha fazla zarar verilmesini önlemek ve saraya karşı örgütlenme oluşturmak amacıyla tam yetkili müfettiş sıfatıyla Trabzon'a göndermişti. Mevki ve makam hırsıyla yanıp tutuşan şahıs, ne Harp Nazırı olma talebi, ne de sarayın güzel kızıyla izdivaç hevesine olumlu cevap alamamanın yol açtığı hınç ve nefretle bu görevi büyük bir memnuniyetle kabul etmişti. Yola çıkmadan önce en güvendiği arkadaşına da bu yolculuğa katılmayı teklif etmişse de, o daha henüz taze evli olduğundan dünya umurunda değildi. O nedenle bunu kabul edememişti.
15 Mayıs 1919 da Sevr planı gereği Yunan birlikleri plan dahilinde İzmir'e girmişti. Bunu haber alan Teşkilat-Mahsusa, Orbay Hüseyin Rauf Bey ile Kundukh Bekir Sami Beyi Batı bölgesinde acilen bir savunma teşkilatlandırması için görevlendiriyor, oda tam isabetle buna en uygun kişi olarak gördüğü, Irak cephesinde yaralanarak baba ocağının bulunduğu Emre Köyü'ndeki konağında nekahet dönemini geçirmekte olan Ethem Bey'i ziyaret ediyor ve menfi gelişmeleri ileterek yapılması gereken acil işleri aktarıyordu.
Ethem Bey babasının;
- "Bir vatanımızı kaybettik neşho(çakır gözlü) birini daha kaybetmek olmaz. Servetsiz yaşanır ama vatansız yaşanmaz. Ne lazımsa yapalım" sözü üzerine mesajı alıyor.
Mayıs 1919 a gelindiğinde H.Rauf Orbay ile Kundukh Bekir Sami Beylerin Pşışawo Ali BeyBandırma'daki konağını ziyaret ederler.
Vatanperverlikleri ile nam salmış, savaştıkları cephelerde defalarca yaralanmış olmalarına ve dahi hastalanmalarına rağmen, Osmanlının bir uçtan bir uca birçok cephelerinde savaşmaktan geri durmamış Reşit, Tevfik ve Ethem Beylerden bir direniş örgütlemelerini talep etmişlerdi. Özellikle de, o güne kadar Teşkilat-ı Mahsusa bünyesinde en tehlikeli operasyonlarda cesareti ve üstün becerisine tanık oldukları Ethem Bey asıl ziyaret sebebiydi. Zaten Ali Bey ve oğulları bu konuda herşeye hazırlıklı idiler. Ali Bey'in;
- Bir vatanımızı kaybettik Çakır! Bunu da kaybedersek olmaz. Servetsiz yaşanır ama vatansız yaşanmaz. Ne gerekiyorsa yapalım. sözü üzerine Ethem Bey ve ağabeyleri derhal Red-di İlhak çalışmalarına başladılar.
(Yani bu demek oluyor ki, "Bandırma Vapuru" Kurtuluş Savaşı nın gerçek anlamda ilk adımının da, son kurşunun da yine Bandırma da atılacağının ilahi bir habercisiydi adeta.)
Henüz iki kişiyi ikna etmişti. Emre Köy'den arkadaşları Sefer ile Kel Ömer. Bu arada Bandırma'nın idaresini ve iletişim için güvenebileceği birine bırakmak istiyordu. Hem Bandırma'daki konak komşuşu ve baba dostu Yefendi Ahmet Bey'in oğlu, Kabardey Köy'den çok samimi arkadaşı Yefendi Ali' yi bu işe uygun görmüştü. İlgili makama bir tavsiye mektubu yazıp, Yefendi Aliye vererek Ali Beyin Bandırma'ya Kaymakam olmasını sağladı.
O da, hem Arap, hem Latin alfabesiyle yazabilen iyi bir tahsil görmüş Kuağk'o=Sekreter takma adıyla hitab ettiği kız kardeşi (Gülizar) Hanımı yanına sekreter olarak aldı. Bu hazırlıkları gören Yefendi Alinin kardeşi Üzeyir, ağabeyinden Ethem Beyle konuşup kendisini de yanına almasını talep etmişti. Yefendi Ali, Ethem Beye;
- Bak Ethem sikueş, şu biraderim Üzeyir de senin askerin olmak istiyor. Eğer kabul edersen pek tabii.
- Gelsin elbette. Hazırlığını yapsın. Benden haber bekleyin. der. 3. Askerini de safına katar.
Ethem Bey Bandırma, Mihaliç, Manyas, Gönen ve Kirmasti gibi Çerkeslerin yoğun olarak yaşadığı yakın yerleşimleri bizzat ziyaret ederek mücadeleye katılmaya davet ediyordu.
Manyas'a gittiğinde onu hayalperestlikle itham etmişler ve alaya almışlardı. Büyük bir kızgınlıkla oradan ayrılmıştı. Birkaç gün sonra kendine katılan kırk kişilik atlı ve silahlı arkadaşlarını da yanına alarak silahlı bir süvari birliği ile Manyas meydanına girer ve bir darağacı kurdurur. Ahaliyi meydana çağırtır. Bir konuşma yapar.
- Parası olan yeterince para, olmayan bana asker verecek. İtiraz edeni bu darağacında sallandıracağım. der.
4 yada 5 ileri gelen karşı çıkarlar. Dediği gibi de yapar.Hepsini oracıkta astırır. Ahali bakar ki bu işin şakası yok. Hiç çaresiz biat ederler Ethem Beye. Bu olay tam bir mihenk taşı olmuştur, Ethem Beyin başlatmak için çabaladığı mücadelenin ilerlemesinde. Çünkü bu olay kısa sürede bölgede kulaktan kulağa yayılmıştı. Artık hiç kimse itiraz edecek cesareti kolay kolay bulamıyordu.
Artık hazırlıklar tamamlanmış, Ethem Bey onbeş atlı ve silahlı arkadaşıyla birlikte babası Ali Bey in Emre Köy'deki çiftliğinden ihtiyaç duyacağı her şeyi de yanına alarak bütün hazırlıklar tamamlanmış, Salihli'ye doğru yola çıkmıştı. Yolu üstündeki aralarındaki türlü hukuku olan ve sevgi-saygı bağı olan aileleri helallik almak için ziyaret ediyordu. Uğradığı Kabardey Köyünde Yefendi Ali Bey'in evinde Ethem Bey ve kırk arkadaşına bir ziyafet için kazanlar dolusu yemekler yapılıyordu. Bu arada arkadaşları köydeki evlerden ihtiyaç duyacakları ayni ve nakdi şeyleri topluyordu. Zekorey sülalesinden bir evde yeni nişanlı bir genç kızın çeyizinden zorla bazı değerli şeylere el koymuşlardı. Bu durumu sindiremeyen genç kız doğru Ethem Bey'e ulaşarak;
-Ethem Bey!Ethem Bey! Sen vatan kurtarmaya mı, yoksa benim gibi garibanları gaspetmeye mi çıktın bu yola ha?
Ethem Bey olanlardan habersizdir ve çok şaşırmıştır bu serzenişe.
- Anlatta bizde bilelim ne olduğunu.
-Senin adamların benim çeyizlerimi gasp ettiler. Böyle mi vatan kurtaracaksınız siz? Tüh size yazıklar olsun.
-Görsen tanır mısın onu?
-Tanırım tabii ki.
Ethem Bey adamlarına seslenir
-Hepiniz şöyle sıraya dizilin bakayım! diye emreder ve sorar;
-Bak bakalım hangisi görelim bizde.
Genç kız şöyle bir göz gezdirir ve tanır, hemen gidip yakasına yapışır.
-İşte buydu benim çeyizimi zorla alan haydut.
Ethem Bey adamına sorar;
- Bu doğrumu?
Adam kafasıyla sessizce onaylar.
Ethem Bey silahını çekerek tam vuracaktı ki, Yefendi Ali eline sarılır namluyu havaya çevirttiği anda silah patlar.
-Ethem napıyorsun sen? Delirdin mi? Böyle yaparsan adam kalırmı yanında?
Zekoreylerin kızının çeyizi tekrar iade edilir ve kendisinden özür dilenerek olay tatlıya bağlanır.
Yemekler yendikten sonra Ethem Bey ve arkadaşları uğurlanır ve Salihliye doğru yola çıkarlar. Yolu üstündeki tüm gerekli yerlere uğrayıp uygun olandan ayni ve nakdi yada asker toplayarak cepheye doğru ilerler.
Zaten fidye olayından dolayı malum odakların nefretini toplayan Ethem Bey'in bu girişimi bardağı taşıran son damla gibiydi. Artık tamamen açık hedefti ve kesinlikle ortadan kaldırılması gerekiyordu, ancak o günkü şartlarda açıkça karşısına çıkacak bir güç yoktu. Tüm hamleler riyakarca, gizlice ve sinsice yapılabiliyordu.
..
Bu arada Pontus Rumlarına hamilik amacıyla Trabzon'a gelmek üzere yola çıkan bir şahıs olduğu, bölgede yaşayan Kafkas kökenlilerce haber alınmış ve büyük tepkiyle karşılanmış olduğu bilgisi, gemiye ulaşması üzerine rotayı Samsun'a çevirmek zorunda kalmış, orada da yolculuğun gerçek amacından habersiz diğer Kafkas kökenli subaylar tarafından her ihtimale karşı başına !Kalpak!!! (Kuvva-i Seyyare ve Kuvva-i Milliye kurucu ve önderlerinin büyük çoğunluğunun Kafkas kökenli olmasından dolayı milli kıyafetlerinin bir parçası olan "Kalpak" adeta Milli Mücadelenin sembolü olmuştu.) giydirilerek kamufle etmek suretiyle saldırıya uğramaktan kurtarılmıştı. Takiyye sanatını mensup olduğu odaklardan aldığı eğitimle çok ustaca uygulama yeteneği olan muhterem, gerçek amacı Osmanlıyı yıkmak(!) olan, ancak sarayın yürütme aczinden dolayı insiyatifi ele almak gerektiğine inandırdığı bölge illerde yaşayan insanları örgütlemeye vakit geçirmeden başlamıştı. Durumu öğrenen Vahdettin, yakalama emri çıkartmış, ancak iş işten geçmişti. Bu örgütlenme çalışmalarının gizli amacından habersiz, Osmanlı ile sorunu olmayan, sadece vatanı işgalcilerden kurtarmak amacıyla bu örgütlenmelere en fazla destek veren yine o bölgenin Kafkas kökenlileri oluyordu. Çok kısa bir sürede Ankara'da yeni bir meclis kurularak iki başlı bir oluşum sağlanmış, saray daha da zayıflatılmıştı.
Bu arada Batı Cephesi Kumandanı Ali Fuat Paşa desteğindeki Ethem Bey'in, Yunan birliklerine karşı her daim başarı sağlıyor olması hiç hoş değildi. Artık Ankara'daki okullarda Kahraman Ethem Marşı söylenir olmuştu.
*****
Derhal Batı Cephesi Komutanlığı'na gizli amaca hizmet edecek biri getirilmişti. Bundan böyle Ethem Bey için hiçbir şey eskisi kadar kolay olmayacaktı. Nitekim hazırladığı savaş planlarını sunduğu ve destek verileceği vaadine göre hareket ettiği birkaç operasyonda vaad edilen destekler kasten verilmeyince çok zayiat vermiş, bu durumdan rahatsızlığını her ne kadar ağabeyi Reşit Beye iletmişse de onun telkinleri ile yatışmıştı. Buna rağmen çatışmalarda ganimet olarak ele geçirdiği silah, cephane ve mühimmatlardan ihtiyacı dışındakileri düzenli ordu birliklerine hibe ediyordu. Aylar boyu defalarca Ethem Beyi başarısız kılma, mümkünse ortadan kaldırma hamleleri sonuç vermeyince taktik değişikliğine gidilmiş, düzmece isyanlar tezgahlanmıştı. Son derece kurnazca bir seçimle isyancılar da yine Kafkas kökenlilerdendi ve bir taşta bir kaç kuş vurulmuş olacaktı. Ya Ethem Bey ortadan kalkmış, yada Kafkas kökenliler birbirine düşürülmüş ve birbirlerine kırdırılmış olunacaktı. Böylece her Osmanlıyı yıkma girişiminde engel teşkil eden yegane unsur kendiliğinden bertaraf olacaktı. Saraya yakınlığı ve Osmanlıya bağlılığı çok iyi bilinen Kafkas kökenliler İngiliz altınları hibe edilerek sırası geldiğinde Osmanlıcılık adına sözde bir isyan başlatmak üzere hazır vaziyette bekletilmeye başlanmıştı.
İlk olarak Aznavour Ahmet Bey devreye sokulmuş, Ethem Beyle karşıkarşıya getirilmişti.
. Aznavour ayaklanması çıkınca Ankara'nın ısrarları ile ayaklanmayı bastırır. Bu arada Bandırma'ya da uğrar ve ayaklanmanın iç yüzünü öğrenmek için soruşturma başlatır.
Mihaliç'in Karayan(Sultaniye) eşrafından varlıklı Arnavut ailelerin Aznavoura çok yüklü miktarda maddi yardım yaptıkları bilgisine ulaşır. Ethem Bey bir ekip kurarak Karayan'a gönderir. Red-di İlhakmücadelesi verdiklerinden dolayı asıl kendilerine maddi yardım yapmaları gerektiği yönünde talepte bulunan birde mektup gönderir. Birde tembihler;
-Eğer para olmadığını falan söylerlerse dikkatli olun. Eski hasır-kilim yayılı görürseniz ortasına şöyle dipçikle vurun. para varsa orada gömülüdür.
Tam da dediği gibi para olmadığını Aznavourun zorla bütün paralarına el koyduğunu söylerler. ancak evlerde yapılan aramalarda odaların ortasına gömülmüş çömleklerin içinde altın dolu olduğu tespit edilince ev sahipleri derdest edilerek yargılanmak üzere Bandırmaya getirilir.
Ne var ki Arnavutların Yefendi Ahmet Beyin kendi gibi El Ezher mezunu olan, cuma günleri hutbe vermesi için köyden Haydar Çavuş Camiine özel koruma eşliğinde faytonla getirilip götürülen biraderi Yefendi Hacı Murat Bey ile tanışıklıkları vardır.
Yefendi Hacı Murat Beyi araya sokarak affedilmeleri konusunda Ethem Beye baskı yapılmasını isterler. Yefendi Hacı Murat Beyde ağabeyi Yefendi Ahmet Bey gibi Ethem Beyin babası Pşışaw Ali Beyin yakın dostudur. Pşışaw Ali Beye oğlu Ethem Beyi ikna etmesini rica eder. Pşışaw Ali Beyin oraya gelip devreye girmesi üzerine, Ethem Bey çaresiz kalır ve bir çıkış yolu bulmak için Yefendi Ali Bey ile odadan dışarı çıkarlar. Ethem Bey sorar;
-Napıcaz şimdi? Biz bunları yargılamamız lazım.
-Vollehi Ethem! Biliyorsun bizde büyüklerin dediği olur.
-O zaman şöyle yapalım. Sen Kaymakamlık yetkinle onları serbest bıraktırmış ol. Ben onların işini yolda bitiririm. Onlar şimdi güle oynaya köye döneceklerdir.
-Tamamdır. Oldu bu iş.
Tekrar odaya dönerler. Yefendi Ali Bey sözüm ona Ethem Beyi azarlayıp Arnavutları serbest bırakmaya razı eder.
Ethem Bey serbest bıraktığı Arnavutları takibe aldırır. Akçapınar Köyü altında Kanlıhana geldiklerinde Arnavutlar boğularak öldürülür.
Aznavour Ahmet Bey Gönen, Manyas ve Bandırma civarında Pşışawko Ethem Bey ve Kuvva-i Seyyare aleyhinde faaliyetlerde bulunmuş, 2. Aznavour ayaklanmasında Emre Köy'e giderek Ethem Beyin babasının çiftliğini yakmış, Tevfik Beyin o an çiflikte olan eşi Kıymet Hanımın parmağındaki yüzüğü çıkaramayınca parmağını kesmeye kalktıklarında çiflik işlerini yürütmesi için köyde bırakılan Ethem Beyin akrabası olan gençlerden biri müdahale etmeye kalkmış, tam onu öldürmeye teşebbüs ettiklerinde Ethem Beyin amcası Pşışawko İbrahim Beyin oğlu Kolağası Pşışawko Hüseyin Bey engel olmaya çalışırken kendisi öldürülmüştü. Tekrar diğer genci de öldürmek üzereyken Aznavour taraftarı çok yaşlı bir Tağematenin;
- Yahu siz ne yapıyorsunuz? Biz bunun için mi geldik buraya? Bırakın hemen o çocuğu. diyerek olaya müdahale etmesi sayesinde, o genç öldürülmekten son anda kurtulmuştu.
Tüm dikkatini vatan savunmasına odaklamış olan Ethem Bey, etrafında dönen dolaplardan habersiz olduğundan, bu isyanı gerçek sanmış ve bu duruma çok sinirlenmişti. Ankara'nın timsah gözyaşlarına kanarak yeterli gördüğü kadar kuvveti yanına alıp, Aznawour Ahmet Beyin üzerine gitmiş, Balıkesir'de başlayan çarpışmalar Biga'ya kadar devam etmişti. Aznawouru destekleyen kim varsa etnisitesine bakmadan cezalandırmış, hatta bazılarının evlerini dahi yakmış(Büyük ihtimalle babasının çiftlik evini yakanların evleridir) ve kısa bir sürede sözde ayaklanmayı bastırmıştı. Aznawour isyan tezgahlamak için kendisine hibe edilen İngiliz altınlarından artanları bile karargah olarak kullandığı kaymakamlık binasında bırakıp, son anda kaçarak İngiliz savaş gemisine sığınmıştı.
Ethem Bey sonucu derhal memnun olacaklarını zannettiği Ankara'ya bildiriyor ve cepheye dönmeye hazırlanıyordu ki, istenen olmamıştı ve diğer seçenek olan Berzeg Sefer Bey devreye sokuluyordu.
Ethem Bey her ne kadar bir an evvel cepheye dönmek istesede buna izin verilmiyor, rica minnet karşısında çaresiz Düzce'ye hareket etmek zorunda bırakılıyordu.
Asırlardan beri Dinine, İslam Halifesine sadakat göstermekle maruf, cesur ve kahraman kan kardeşlerime hitabediyorum;
Kafir düşmanlardan gördüğü zulüm üzerine senelerce evvel Osmanlı Hakan'ının al ve nurlu Sancağının saye-i feyz-ü felahına kabul olunmuş olan biz Çerkezler, vatan-ı Osmani'nin itilası ve hevası namına pek şanlı hizmetler ifa ettik. Ruslar'la, Nemseliler'le, Bulgarlar'la, Sırplar'la, Karadağlılar'la yapılan muharebelerde en ön saflarda bulunarak, besalet ve hamasetimizle düşmanlarımızı hayretlere garkettik.
Atlarımızı daima düşmanlarımıza karşı oynattık. Hiç bir küffar hükumeti'nin idaresini tavan tanımadık.
Moskof Çarının cebr-ü kahrına uğradığımız zaman bize şefkatle topraklarını açan Osmanlı ve Müslüman Diyarı'na geçtik.
Senelerden beri bu mukaddes topraklarda hertürlü esbab-ı istirahatımız müemmen bir halde yaşıyoruz.
Bu gün bizi analarımız babalarımız gibi muhabbetle, merhametle, büyütmüş olan bu mukaddes ve mubarek toprak Allah'ımızın, Dinimizin, Camilerimizin, can kan ve dava kardeşlerimizin düşmanı olan İngiliz, Yunan, ve birlik olmuş küffar canavarların tecavüzüne maruz bulunmakta.
Senelerce uğruna kan döktüğümüz, kılınç salladığımız Halife ve Padişahımız hunhar İngilizlerin esareti altındalar... Menazır-ı latifesiyle, ciyadet-i havasıyla cevami-i aliyesi ile darülfünun'uyla, mektepleriyle meşhur-u cihan olan Hilafet makamlarımız, küffar işgal-i askeriyesi altında inliyor.
Padişahımızın askerleri silahsız bırakılıyor. Veliahtımızın konağı kuşatılıyor kadınlarımızın, kızlarımızın, fotografları alınıyor.
İngilizler evlere giriyorlar milletin ırzına tecavüz ediyorlar.
Ey Necip milletim!...
Ey secaatiyle, biniciliğiyle, dünyaya korku saçan asil milletim!
Dininin tahkir olunduğu bu saatta, düşmanı küffar'a karşı isyan etmeyeceğizde ne edeceğiz?
Bugüne kadar küffar tahakkümünün, İngilizi Yunanı birleşen yetmiş küffarın tahakkümünün ne olduğunu bilmediğin için bu melun hükümetlere karşı lüzumu derecede gayz ve kin gösterelim.
Fakat benim gibi anası, babası, öz Çerkez bir kardeşinizin suzişli hitabını okuduğun ve işittiğin zaman, aslan kanının galeyan edeceğine eminim... Eminim ki, bu dakikadan itibaren İngilizler'i, Yunanlılar'ı, işgalci küffarı yok etmek için and içeceksin.
Öyle ise haydi atına bin bu alçak Dini İslam düşmanlarına karşı uç. Allah'ın ve Peygamber'in intikamını al?
Yıllarca gurbet ellerde yaşamak zorunda bırakılan fedakar Pşışawko kardeşler, 150 liklere çıkan aftan sonra Ethem Bey hariç yurda dönmüşlerse de, tam bir açık cezaevi hayatı yaşamak zorunda bırakılmışlardı. Aile dışında kim onlarla selamlaşsa, yada konuşsa muhbirler tarafından jandarmaya ihbar ediliyordu. İhbar edilen kişi derhal karakola götürülüp saatlerce sorguya çekiliyor, dayak ve işkenceye maruz kalıyordu.
Ethem Bey ise, son ikamet yeri olan Amman'da tek odalı bir kulübede, komşu Adığe'ler tarafından getirilen yiyeceklerle karnını doyuruyor, aksi halde aç kalıyor fakat kimseden bir şey talep etmiyordu. Bu şartlarda dahi affedilmeyi kabul etmiyor, dönmek için adil bir mahkemede yargılanmayı şart koşuyordu. Adil bir mahkeme, kendisini HAİN olarak yaftalayanların tüm kirli çamaşırlarının ortaya dökülmesi anlamına geliyordu ki, bu konuda garanti veremiyorlardı kendisine.
Kendisini ikna etmeye giden tanıdık kişilerin elbiselerini kokluyordu bir nefes vatan havasının kokusunu ciğerlerine çekebilmek için koca Çerkez.
21 Eylül1948. Bir daha o havayı teneffüs edemeden bu dünyadan göçüp gitti o büyük cengaver.
Naaşını yıkayan imam cemaattekilere sorar;
- Bu rahmetli yaşarken ne iş yapardı? Vücudunda tam 17 kurşun yarası gördüm.
Ethem Bey'in hain olduğunu iddia edenlere durumu özetleyen bir anekdot;
Amcam Kuşçubaşına sorar;
- Yaa o kadar güçlüydük. Neden Ethem amca çekip gitti? der.
Mekanın Cennet, Ruhun şad olsun Apoletsiz Mareşal!!!
* "Ekmeğinin hasmı" olarak nitelediği ve çok varlıklı babası Pşışawko Ali Bey tarafından o kadar sevilmesine ve refah içinde yaşayabilecek olmasına rağmen, evden kaçarak İstanbul Bakırköy'deki Küçük Zabit Mektebini 1.likle bitirip, kendisi de diğer ağabeyleri gibi asker olan.
*Osmanlının bir çok cephesinde katıldığı savaşlarda defalarca yaralansa dahi her iyileştiğinde tekrar cephelere koşmuş.
*Filistin cephesinde öncü keşif birliklerinin genel kumandanı olarak verdiği üstün hizmetleri sayesinde Kut-ül Amare zaferinde büyük paya sahiptir.
*Osmanlı orduları dağıtıldığında padişaha mektup yazarak;
-"Padişahsan padişahlığını bil. Ya ordunun başına geçip mücadele et, yada makamını terket" diyerek rest çekebilmiş.
*Hasbelkader yaşamakta olduğu memleketi savunmak uğruna, babasının kendisini evlendirmek istediği bölgenin en güzel kızıyla bile evlenmeyecek kadar nefsine hakim.
*Osmanlı orduları dağıtıldığında padişaha mektup yazarak;
-"Padişahsan padişahlığını bil. Ya ordunun başına geçip mücadele et, yada makamını terket" diyerek rest çekebilmiş.
*Hasbelkader yaşamakta olduğu memleketi savunmak uğruna, babasının kendisini evlendirmek istediği bölgenin en güzel kızıyla bile evlenmeyecek kadar nefsine hakim.
İzmir-İlk Kurşun Köyü güzergahı |
*Yunan birlikleri İzmir'e girdiğinde;
Bandırmadaki telgrafhaneye giderek,
-Bir telgraf çekin Salihli'ye. Ödemiş dağlarında Redd-i İlhak uyansın. Bayrağa, silaha ve yırtık Kur'ana el basıp, Mahşere değin dayansın. diye bir telgraf çektiriyor.
Herkes(100 Km. içerideki karşılaştıkları ilk direnişi başlatan Hacı İlyas Köyü'de "ÇERKES/Z" tir. Adı sonradan İlk Kurşun olarak değiştirilmiştir.) çiçeklerle/alkışlarla, köy minarelerine Yunan bayrağı asarak karşılamışken, cephede aldığı yaralardan dolayı evinde nekahet döneminde olduğu halde, kilometrelerce uzaktaki Bandırma'dan kalkıp, oralarda kurtuluş mücadelesi başlatan,
*Kurtuluş mücadelesinde engel çıkaran en yakın arkadaşı bile olsa, kim olursa olsun o günkü şartların gerektirdiği cezayı vermekten imtina etmeyen,
*Kendi komutasındaki Kuvva-i Seyyare mensubu silah arkadaşlarını, kendisini hedef almış olan Kuvva-i Milliye'ye karşı kullanabilecekken, mücadeleyi tasavvuru mümkün olmayan çok vahim sonuçlar doğurabilecek bir iç savaşa dönüştürmemek adına, büyük bir özveri ile Kuvva-i Milliye birliklerine katılmaları ve kurtuluş mücadelesini bu şekilde devam ettirmeleri talimatını vererek, kendini feda ve heba eden bir insan nasıl !!!HAİN!!! olabilir?
Şöyle olur;
Ethem Beyi "Hain"liğe götüren süreç, dönemin İzmir Valisi Rahmi Beyin oğlunu kaçırıp 50.000 lira cıvarında bir fidye almasıyla başlamıştır.
1800lü yılların başlarında Almanya ile yakın dostluk ilişkisi içerisine giren Osmanlıyı ortadan kaldırmak, hükmetmekte olduğu topraklardaki kaynakları ele geçirmek amacıyla Avrupa devletlerinin askeri gücünü kullanan malum odaklar, Osmanlının hüküm sürdüğü her yerde ayaklanmalar tezgahlamaya başlamışlardı. Bu ayaklanmalar sonucunda Osmanlı sınırları sadece Anadolu topraklarını kapsayacak derece daralmıştı. Bununla da yetinmeyen bu odaklar, Anadoluyu da Avrupalı müttefikler arasında paylaştıran yeni bir planı(Sevr) 1900 lü yılların başında uygulamaya koymuş, Fransızlara Doğu Anadolu bölgelerini işgal ettirmiş, Fransızların desteğinde Ermeniler ayaklandırılmış, hemen akabinde ise İngilizler tarafından Dünyanın bir ucundan getirilen Anzaklarla, tüm savunma planları, silah ve cephanesi Almanlar tarafından sağlanan malum Çanakkale Savaşı yaşanmıştı.
1914 Dünya Savaşının son senesinde, Filistin Cephesi’nde Ordu ve Kolordu Kumandanı olarak “Nablus”ta bulundukları sırada, İngiliz Ordusu’nun bir gece saldırısında orduyu meydanda başsız bırakarak, yüzlerce kilometre gerilere kaçan ve kendi ihanetlerini kurtarmak ( kapatmak) endişesi ile Haleb’e kadar kaçan ve kısaca Fırat nehrine kadar olan tüm Arabistan’daki ordularımızın kahredici bir hezimete uğramasına neden olmuş, çevirmeden birinci derecede sorumlu bulunan, Güpegündüz karşı cephede siper almış düşman askerlerinin üzerine;
"Ben size savaşmayı değil ölmeyi emrediyorum(!)" diyerek taarruz ettiren ve binlerce vatan evladını düşman kurşunlarına hedef tahtası haline getiren büyük komutanlara rağmen, Mecidiye tabyasındaki Havranlı Seyit Onbaşının Ocean adlı İngiliz gemisini vuran son top mermisi sayesinde takdir-i ilahi ile işgale muvaffak olamayan bu güçler yeniden geri dönmek zorunda kalmışlardı.
Ne var ki, bu savaşta Almanlarla ortak hareket edildiğinden, Almanların Avrupa'da yenilgiye uğraması sebebiyle Osmanlı da yenik sayılarak, galip devletlerin ağır şartlarını kabul etmek zorunda kalmıştı. İlk iş olarak, Osmanlı ordusu silahsızlandırılıp lağvedilmiş, sonra ise İngiliz donanma gemileri Dolmabahçe'ye rahatça demir atmışlardı. Padişah Vahdettin bir yandan anlaşmalara sadık kalıyor gibi görünmeye çalışırken, diğer taraftan Teşkilat-ı Mahsusa gibi örgütleri el altından kullanarak ordunun cephaneliklerinin soyulmasını ve gizli cephanelikler oluşturulmasını sağlıyordu. İngilizlerde bu dönemde hiç boş durmuyor, yeni bir işgal ve ayaklanma planları yapıyorlardı. İşgal için en uygun olarak yüzyıllardan beri Megalo İdeası "Enosis" hayalleri olan Yunanlılara Ege, Marmara , Akdeniz hatta Karadeniz Rum Pontus bölgelerini vaad ederek, bu harekat için gerekli paranın bir kısmını da İzmir Valisi Rahmi Bey'e ulaştırıldığı Teşkilat-ı Mahsusa tarafından haber alınmış, bu paranın ele geçirilmesi görevi de Ethem Beye verilmişti.
Doğu Anadolu bölgesinde yaşayan Kürtlerle ortak bir ordu kurarak, Kafkasyayı Rus işgalinden kurtarıp tekrar bağımsız bir Kafkasya Devleti kurma planları yapan Reşit Bey ve kardeşleri bu planlarını ertelemek zorunda kalmışlardı. İlk olarak bu parayı olası bir Yunan işgaline karşı başlatacakları Milli Mücadeleye yardım amacıyla talep eden Ethem Bey, parayı güzellikle alamayacağını anlayınca valinin oğlunu kaçırıp 50.000 lira cıvarında fidye almıştı.
İşte bu andan itibaren Ethem Bey Levantenlerin radarına girmiş, ve bu onun için sonun başlangıcıdır.
Aynı günlerde Karadeniz bölgesindeki Pontus Rumları malum güç odakları tarafından ayaklandırılmıştı. Ancak bölgede yaşayan Kafkas kökenlileri teşkilatlandıran Çerkez Ekrem Bey tarafından çok şiddetli karşılık görüyorlardı. Bu durumdan son derece rahatsız olan İngilizler, gerek Harp Nazırı olarak, gerekse damat olarak saraya bir türlü sokamadıkları malum şahsı silah, cephane ve mühimmatla dolu bir gemiyi emrine tahsis ederek, Pontus Rumlarına daha fazla zarar verilmesini önlemek ve saraya karşı örgütlenme oluşturmak amacıyla tam yetkili müfettiş sıfatıyla Trabzon'a göndermişti. Mevki ve makam hırsıyla yanıp tutuşan şahıs, ne Harp Nazırı olma talebi, ne de sarayın güzel kızıyla izdivaç hevesine olumlu cevap alamamanın yol açtığı hınç ve nefretle bu görevi büyük bir memnuniyetle kabul etmişti. Yola çıkmadan önce en güvendiği arkadaşına da bu yolculuğa katılmayı teklif etmişse de, o daha henüz taze evli olduğundan dünya umurunda değildi. O nedenle bunu kabul edememişti.
Orbay Hüseyin Rauf Bey |
Kundukh Bekir Sami Bey |
15 Mayıs 1919 da Sevr planı gereği Yunan birlikleri plan dahilinde İzmir'e girmişti. Bunu haber alan Teşkilat-Mahsusa, Orbay Hüseyin Rauf Bey ile Kundukh Bekir Sami Beyi Batı bölgesinde acilen bir savunma teşkilatlandırması için görevlendiriyor, oda tam isabetle buna en uygun kişi olarak gördüğü, Irak cephesinde yaralanarak baba ocağının bulunduğu Emre Köyü'ndeki konağında nekahet dönemini geçirmekte olan Ethem Bey'i ziyaret ediyor ve menfi gelişmeleri ileterek yapılması gereken acil işleri aktarıyordu.
Pşışawko Ali Bey- 1823 Kafkasya , 1923 Gümülcine |
Ethem Bey babasının;
- "Bir vatanımızı kaybettik neşho(çakır gözlü) birini daha kaybetmek olmaz. Servetsiz yaşanır ama vatansız yaşanmaz. Ne lazımsa yapalım" sözü üzerine mesajı alıyor.
Bandırma Kaymakamı Yefendi Ali ve Çerkez Ethem
Mayıs 1919 a gelindiğinde H.Rauf Orbay ile Kundukh Bekir Sami Beylerin Pşışawo Ali BeyBandırma'daki konağını ziyaret ederler.
Pşışawo Ali Bey |
Vatanperverlikleri ile nam salmış, savaştıkları cephelerde defalarca yaralanmış olmalarına ve dahi hastalanmalarına rağmen, Osmanlının bir uçtan bir uca birçok cephelerinde savaşmaktan geri durmamış Reşit, Tevfik ve Ethem Beylerden bir direniş örgütlemelerini talep etmişlerdi. Özellikle de, o güne kadar Teşkilat-ı Mahsusa bünyesinde en tehlikeli operasyonlarda cesareti ve üstün becerisine tanık oldukları Ethem Bey asıl ziyaret sebebiydi. Zaten Ali Bey ve oğulları bu konuda herşeye hazırlıklı idiler. Ali Bey'in;
- Bir vatanımızı kaybettik Çakır! Bunu da kaybedersek olmaz. Servetsiz yaşanır ama vatansız yaşanmaz. Ne gerekiyorsa yapalım. sözü üzerine Ethem Bey ve ağabeyleri derhal Red-di İlhak çalışmalarına başladılar.
(Yani bu demek oluyor ki, "Bandırma Vapuru" Kurtuluş Savaşı nın gerçek anlamda ilk adımının da, son kurşunun da yine Bandırma da atılacağının ilahi bir habercisiydi adeta.)
Henüz iki kişiyi ikna etmişti. Emre Köy'den arkadaşları Sefer ile Kel Ömer. Bu arada Bandırma'nın idaresini ve iletişim için güvenebileceği birine bırakmak istiyordu. Hem Bandırma'daki konak komşuşu ve baba dostu Yefendi Ahmet Bey'in oğlu, Kabardey Köy'den çok samimi arkadaşı Yefendi Ali' yi bu işe uygun görmüştü. İlgili makama bir tavsiye mektubu yazıp, Yefendi Aliye vererek Ali Beyin Bandırma'ya Kaymakam olmasını sağladı.
Bandırma Kaymakamı Yefendi Ali Bey |
O da, hem Arap, hem Latin alfabesiyle yazabilen iyi bir tahsil görmüş Kuağk'o=Sekreter takma adıyla hitab ettiği kız kardeşi (Gülizar) Hanımı yanına sekreter olarak aldı. Bu hazırlıkları gören Yefendi Alinin kardeşi Üzeyir, ağabeyinden Ethem Beyle konuşup kendisini de yanına almasını talep etmişti. Yefendi Ali, Ethem Beye;
- Bak Ethem sikueş, şu biraderim Üzeyir de senin askerin olmak istiyor. Eğer kabul edersen pek tabii.
- Gelsin elbette. Hazırlığını yapsın. Benden haber bekleyin. der. 3. Askerini de safına katar.
Ethem Bey Bandırma, Mihaliç, Manyas, Gönen ve Kirmasti gibi Çerkeslerin yoğun olarak yaşadığı yakın yerleşimleri bizzat ziyaret ederek mücadeleye katılmaya davet ediyordu.
Manyas'a gittiğinde onu hayalperestlikle itham etmişler ve alaya almışlardı. Büyük bir kızgınlıkla oradan ayrılmıştı. Birkaç gün sonra kendine katılan kırk kişilik atlı ve silahlı arkadaşlarını da yanına alarak silahlı bir süvari birliği ile Manyas meydanına girer ve bir darağacı kurdurur. Ahaliyi meydana çağırtır. Bir konuşma yapar.
- Parası olan yeterince para, olmayan bana asker verecek. İtiraz edeni bu darağacında sallandıracağım. der.
4 yada 5 ileri gelen karşı çıkarlar. Dediği gibi de yapar.Hepsini oracıkta astırır. Ahali bakar ki bu işin şakası yok. Hiç çaresiz biat ederler Ethem Beye. Bu olay tam bir mihenk taşı olmuştur, Ethem Beyin başlatmak için çabaladığı mücadelenin ilerlemesinde. Çünkü bu olay kısa sürede bölgede kulaktan kulağa yayılmıştı. Artık hiç kimse itiraz edecek cesareti kolay kolay bulamıyordu.
Artık hazırlıklar tamamlanmış, Ethem Bey onbeş atlı ve silahlı arkadaşıyla birlikte babası Ali Bey in Emre Köy'deki çiftliğinden ihtiyaç duyacağı her şeyi de yanına alarak bütün hazırlıklar tamamlanmış, Salihli'ye doğru yola çıkmıştı. Yolu üstündeki aralarındaki türlü hukuku olan ve sevgi-saygı bağı olan aileleri helallik almak için ziyaret ediyordu. Uğradığı Kabardey Köyünde Yefendi Ali Bey'in evinde Ethem Bey ve kırk arkadaşına bir ziyafet için kazanlar dolusu yemekler yapılıyordu. Bu arada arkadaşları köydeki evlerden ihtiyaç duyacakları ayni ve nakdi şeyleri topluyordu. Zekorey sülalesinden bir evde yeni nişanlı bir genç kızın çeyizinden zorla bazı değerli şeylere el koymuşlardı. Bu durumu sindiremeyen genç kız doğru Ethem Bey'e ulaşarak;
-Ethem Bey!Ethem Bey! Sen vatan kurtarmaya mı, yoksa benim gibi garibanları gaspetmeye mi çıktın bu yola ha?
Ethem Bey olanlardan habersizdir ve çok şaşırmıştır bu serzenişe.
- Anlatta bizde bilelim ne olduğunu.
-Senin adamların benim çeyizlerimi gasp ettiler. Böyle mi vatan kurtaracaksınız siz? Tüh size yazıklar olsun.
-Görsen tanır mısın onu?
-Tanırım tabii ki.
Ethem Bey adamlarına seslenir
-Hepiniz şöyle sıraya dizilin bakayım! diye emreder ve sorar;
-Bak bakalım hangisi görelim bizde.
Genç kız şöyle bir göz gezdirir ve tanır, hemen gidip yakasına yapışır.
-İşte buydu benim çeyizimi zorla alan haydut.
Ethem Bey adamına sorar;
- Bu doğrumu?
Adam kafasıyla sessizce onaylar.
Ethem Bey silahını çekerek tam vuracaktı ki, Yefendi Ali eline sarılır namluyu havaya çevirttiği anda silah patlar.
-Ethem napıyorsun sen? Delirdin mi? Böyle yaparsan adam kalırmı yanında?
Zekoreylerin kızının çeyizi tekrar iade edilir ve kendisinden özür dilenerek olay tatlıya bağlanır.
Yemekler yendikten sonra Ethem Bey ve arkadaşları uğurlanır ve Salihliye doğru yola çıkarlar. Yolu üstündeki tüm gerekli yerlere uğrayıp uygun olandan ayni ve nakdi yada asker toplayarak cepheye doğru ilerler.
Ethem Bey en güvendiği tanıdıklarından başlayıp bölgedeki Kafkas kökenlilerin yaşadığı köylere haber salarak gönüllüler toplarken, bir taraftan da bu işin finansmanını sağlamak amacıyla tanıdığı varlıklı şahıslardan nakdi yardım toplayıp Yunan birliklerinin ilerleyebileceği stratejik bölgeye savunma hattı oluşturmak için yola koyulmuştu. Yolu üzerindeki Kafkas kökenlilerden Kuvva-i Seyyareye büyük katılım olurken ne yazık ki diğerlerinden aynı katılım ve destek sağlanmıyordu. Zoraki katılanlarda bir yolunu bulduğunda firar ediyorlardı. Kuvva-ı Seyyare savaşçı ve ileri gelenlerinin büyük çoğunluğunun Kafkas kökenli olması da bundan kaynaklanmakta idi.
Salihli'ye ulaştığında Ethem Beyin başarılarında en büyük katkıya sahip, Teşkilat-Mahsusa kurucularından Kuşçubaşı Eşref Beyin adeta bir cephanelik haline getirdiği 1500 dekarı Kuşçubaşıların 500 dekarı ise Ali Beyin olan 2000 dekarlık çiftliğine uğrayıp bol miktarda erzak, cephane ve mühimmatı da alarak Manisa, İzmir ve Aydın bölgesinde bir savunma hattı çekerek Yunan birliklerinin ilerlemesine imkan vermemişti.
O yuzden de Ethem Bey, başta Saruhan (günümüz Manisa ili ve çevresi) olmak uzere tum Ege'de, saygi duyulan sevilen tanınmış bir isim olur. İzmir, Yunan tarafindan isgal edilene kadar da, bölgedeki tek bir insanın ne canini yakmış, ne de varlığına dokunmuştur... Bu hususun bilinmesi gerekir çünkü önemli bir detaydır. O nedenle tekrarlayacağım. Ethem Bey, Yunan işgali öncesinde, bölgede yaşayan tek bir masum insanın kılına dahi dokunmamıştır. Hiç unutmayın bu hususu.
Yunan İzmir'i işgal eder... Bu işgal halkı kahrederken, İzmir'in Frenk soylu devşirme Levantenleri ile Selanik dönmelerinden oluşan Sabetayistler sevinç içindedirler. Hatta işgal kuvvetlerini Yunan bayrakları ile alkışlayarak karşılarlar... Türkler ile o güne kadar dostane(!) ilişkiler sürdüren doöme ve devşirmeler, bu işgali fırsata çevirmek için Türk komşularına karşı bir anda tavır alır ve işgalci Yunan ordusu ile yakınlaşmaya, Türk'lere karşı hasmane tavır sergilemeye başlarlar. İşgalci Yunan askerleri bölgeyi ve insanları tanımadıkları için Levantenler adeta yerel istihbaratçı gibisinden, işgalci Yunan ordusu için tehlikeli olabilecek Türk'lerin isimlerini ve adreslerini Yunan subaylarına ispiyonlarken, dönmeler de savaştan çıkmış yoksul halkın üstünde baskılar oluşturmaya başlar, pazarda satılan malların fiatlarını yükseltir, şehit ailelerinin evlerini, arsalarını ve tarlalarını yok pahasına satın almak için seferberlik başlatırlar... İşte Ege bölgesinin zengin dönmeleri ve devşirmeleri böyle zengin olmuşlardır. Çalışıp kazanarak değil, Türk'lerin mallarını gasp ederek, düşman ile işbirliği yaparak bugünkü mal varlıklarına sahiptirler... Yunan mezalimi gün geçtikçe artar. Devşirmelerin ispiyonladığı Türk'lerin evlerine baskınlar düzenlenir, erkekler öldürülür, kadınlarına ve kızlarına tecavüzler başlar, Türkler artık merkezi kasabalarda, köylerde yaşayamaz olur, dağlara cekilirler...
Kuşçubaşı Eşref Bey |
Salihli'ye ulaştığında Ethem Beyin başarılarında en büyük katkıya sahip, Teşkilat-Mahsusa kurucularından Kuşçubaşı Eşref Beyin adeta bir cephanelik haline getirdiği 1500 dekarı Kuşçubaşıların 500 dekarı ise Ali Beyin olan 2000 dekarlık çiftliğine uğrayıp bol miktarda erzak, cephane ve mühimmatı da alarak Manisa, İzmir ve Aydın bölgesinde bir savunma hattı çekerek Yunan birliklerinin ilerlemesine imkan vermemişti.
O yuzden de Ethem Bey, başta Saruhan (günümüz Manisa ili ve çevresi) olmak uzere tum Ege'de, saygi duyulan sevilen tanınmış bir isim olur. İzmir, Yunan tarafindan isgal edilene kadar da, bölgedeki tek bir insanın ne canini yakmış, ne de varlığına dokunmuştur... Bu hususun bilinmesi gerekir çünkü önemli bir detaydır. O nedenle tekrarlayacağım. Ethem Bey, Yunan işgali öncesinde, bölgede yaşayan tek bir masum insanın kılına dahi dokunmamıştır. Hiç unutmayın bu hususu.
Yunan İzmir'i işgal eder... Bu işgal halkı kahrederken, İzmir'in Frenk soylu devşirme Levantenleri ile Selanik dönmelerinden oluşan Sabetayistler sevinç içindedirler. Hatta işgal kuvvetlerini Yunan bayrakları ile alkışlayarak karşılarlar... Türkler ile o güne kadar dostane(!) ilişkiler sürdüren doöme ve devşirmeler, bu işgali fırsata çevirmek için Türk komşularına karşı bir anda tavır alır ve işgalci Yunan ordusu ile yakınlaşmaya, Türk'lere karşı hasmane tavır sergilemeye başlarlar. İşgalci Yunan askerleri bölgeyi ve insanları tanımadıkları için Levantenler adeta yerel istihbaratçı gibisinden, işgalci Yunan ordusu için tehlikeli olabilecek Türk'lerin isimlerini ve adreslerini Yunan subaylarına ispiyonlarken, dönmeler de savaştan çıkmış yoksul halkın üstünde baskılar oluşturmaya başlar, pazarda satılan malların fiatlarını yükseltir, şehit ailelerinin evlerini, arsalarını ve tarlalarını yok pahasına satın almak için seferberlik başlatırlar... İşte Ege bölgesinin zengin dönmeleri ve devşirmeleri böyle zengin olmuşlardır. Çalışıp kazanarak değil, Türk'lerin mallarını gasp ederek, düşman ile işbirliği yaparak bugünkü mal varlıklarına sahiptirler... Yunan mezalimi gün geçtikçe artar. Devşirmelerin ispiyonladığı Türk'lerin evlerine baskınlar düzenlenir, erkekler öldürülür, kadınlarına ve kızlarına tecavüzler başlar, Türkler artık merkezi kasabalarda, köylerde yaşayamaz olur, dağlara cekilirler...
Onlar cekilince de dönmeler gelir ve Türk'lerin topraklarını sahiplenerek, Yunan makamlarının onayladığı, imzalı ve mühürlü sahte tapular ile Türk'lerin topraklarını gasp ederler... Bir tarafta cinayetler ve tecavüzler, diğer tarafta topraklarını gasp eden dönmeler yüzünden halk kahır içindedir... Tamda işte bu dakikada Ethem Bey ve milisleri devreye girer. Yunan ordusu icin ispiyonculuk yapan, vatansever Türk'lerin isimlerini ve adreslerini taşiyan, Türk'leri fişleyen Levantenleri tespit ederek, kacırır, öldürür ve ibret-i alem için cesetlerini darağaçlarında sallandırmaya başlar, o vatan hainlerinin... Öte yandan yolsul halka fahiş fiatlar ile ihtiyaçlarını satan dönmelerin de peşine düşer. Tefecilikle ve gasp ile topladıkları paralar ve mal varlıkları ile canları arasında tercih yapmaları gereğini hatırlatır. Dönmelerin, tefecilik ve fahiş fiatlardan edindikleri paraların bir kısmını toplar ve İstiklal Harbi'nde kullanılması için satın alınacak silahların paralarını temin etmiş olur... Yani, Ethem Bey, durup dururken hiçbir masumun cesedini ağaçlardan sallandırmamıştır. Hiç bir masum esnaftan tek bir kuruş haram para edinmemiştir. Toplanan paralar kendi cebine girmemiştir. Çünkü Çerkes töreleri olarak tanımlanan Khabze'de böylesi bir durum Haynape yani ayıp olarak tanımlanır ki, bir Çerkes icin haynape ile yaşamaktansa, ölmek yeğdir. Bu hususda önemlidir konuya vakıf olmayanlar için... Netice olarak, Ethem Bey'in topladığı paralar, İstiklal Harbi'mizde silah satın alabilmek için kullanılmıştır. (Guşan Yedic)
Zaten fidye olayından dolayı malum odakların nefretini toplayan Ethem Bey'in bu girişimi bardağı taşıran son damla gibiydi. Artık tamamen açık hedefti ve kesinlikle ortadan kaldırılması gerekiyordu, ancak o günkü şartlarda açıkça karşısına çıkacak bir güç yoktu. Tüm hamleler riyakarca, gizlice ve sinsice yapılabiliyordu.
..
Bu arada Pontus Rumlarına hamilik amacıyla Trabzon'a gelmek üzere yola çıkan bir şahıs olduğu, bölgede yaşayan Kafkas kökenlilerce haber alınmış ve büyük tepkiyle karşılanmış olduğu bilgisi, gemiye ulaşması üzerine rotayı Samsun'a çevirmek zorunda kalmış, orada da yolculuğun gerçek amacından habersiz diğer Kafkas kökenli subaylar tarafından her ihtimale karşı başına !Kalpak!!! (Kuvva-i Seyyare ve Kuvva-i Milliye kurucu ve önderlerinin büyük çoğunluğunun Kafkas kökenli olmasından dolayı milli kıyafetlerinin bir parçası olan "Kalpak" adeta Milli Mücadelenin sembolü olmuştu.) giydirilerek kamufle etmek suretiyle saldırıya uğramaktan kurtarılmıştı. Takiyye sanatını mensup olduğu odaklardan aldığı eğitimle çok ustaca uygulama yeteneği olan muhterem, gerçek amacı Osmanlıyı yıkmak(!) olan, ancak sarayın yürütme aczinden dolayı insiyatifi ele almak gerektiğine inandırdığı bölge illerde yaşayan insanları örgütlemeye vakit geçirmeden başlamıştı. Durumu öğrenen Vahdettin, yakalama emri çıkartmış, ancak iş işten geçmişti. Bu örgütlenme çalışmalarının gizli amacından habersiz, Osmanlı ile sorunu olmayan, sadece vatanı işgalcilerden kurtarmak amacıyla bu örgütlenmelere en fazla destek veren yine o bölgenin Kafkas kökenlileri oluyordu. Çok kısa bir sürede Ankara'da yeni bir meclis kurularak iki başlı bir oluşum sağlanmış, saray daha da zayıflatılmıştı.
Bu arada Batı Cephesi Kumandanı Ali Fuat Paşa desteğindeki Ethem Bey'in, Yunan birliklerine karşı her daim başarı sağlıyor olması hiç hoş değildi. Artık Ankara'daki okullarda Kahraman Ethem Marşı söylenir olmuştu.
Kahraman Ethem Marşı
Güneş, ay gibi ülkeyi parlattı
Kahraman Ethem, cihadın senin!
Garbı, cihanı yerinden oynattı
Kahraman Ethem, nejadın senin!
****
Felek milleti yasa salmıştı
Gökleri kara bulut sarmıştı
Çocuk, ihtiyar imdat dilerdi
Düşman zulmünden feryat ederdi
*****
Erler içinde arslanca durdun
Eğildi sana bayırlar, dağlar!
Alçak düşmanı her yandan bozdun
Kopardın ve kırdın eğildi bağlar
Yurdun Kafkastır, uludur oymağın
Kalplerde böyle yadların vardır!
Gönlün yücedir, dünyadır oynağın
Âlemde böyle adların vardır.
Biga /Aznawour Ahmet Ayaklanması
Aznavur Ahmet Bey |
İlk olarak Aznavour Ahmet Bey devreye sokulmuş, Ethem Beyle karşıkarşıya getirilmişti.
. Aznavour ayaklanması çıkınca Ankara'nın ısrarları ile ayaklanmayı bastırır. Bu arada Bandırma'ya da uğrar ve ayaklanmanın iç yüzünü öğrenmek için soruşturma başlatır.
Mihaliç'in Karayan(Sultaniye) eşrafından varlıklı Arnavut ailelerin Aznavoura çok yüklü miktarda maddi yardım yaptıkları bilgisine ulaşır. Ethem Bey bir ekip kurarak Karayan'a gönderir. Red-di İlhakmücadelesi verdiklerinden dolayı asıl kendilerine maddi yardım yapmaları gerektiği yönünde talepte bulunan birde mektup gönderir. Birde tembihler;
-Eğer para olmadığını falan söylerlerse dikkatli olun. Eski hasır-kilim yayılı görürseniz ortasına şöyle dipçikle vurun. para varsa orada gömülüdür.
Tam da dediği gibi para olmadığını Aznavourun zorla bütün paralarına el koyduğunu söylerler. ancak evlerde yapılan aramalarda odaların ortasına gömülmüş çömleklerin içinde altın dolu olduğu tespit edilince ev sahipleri derdest edilerek yargılanmak üzere Bandırmaya getirilir.
Ne var ki Arnavutların Yefendi Ahmet Beyin kendi gibi El Ezher mezunu olan, cuma günleri hutbe vermesi için köyden Haydar Çavuş Camiine özel koruma eşliğinde faytonla getirilip götürülen biraderi Yefendi Hacı Murat Bey ile tanışıklıkları vardır.
Yefendi Hacı Murat Bey |
Yefendi Hacı Murat Beyi araya sokarak affedilmeleri konusunda Ethem Beye baskı yapılmasını isterler. Yefendi Hacı Murat Beyde ağabeyi Yefendi Ahmet Bey gibi Ethem Beyin babası Pşışaw Ali Beyin yakın dostudur. Pşışaw Ali Beye oğlu Ethem Beyi ikna etmesini rica eder. Pşışaw Ali Beyin oraya gelip devreye girmesi üzerine, Ethem Bey çaresiz kalır ve bir çıkış yolu bulmak için Yefendi Ali Bey ile odadan dışarı çıkarlar. Ethem Bey sorar;
-Napıcaz şimdi? Biz bunları yargılamamız lazım.
-Vollehi Ethem! Biliyorsun bizde büyüklerin dediği olur.
-O zaman şöyle yapalım. Sen Kaymakamlık yetkinle onları serbest bıraktırmış ol. Ben onların işini yolda bitiririm. Onlar şimdi güle oynaya köye döneceklerdir.
-Tamamdır. Oldu bu iş.
Tekrar odaya dönerler. Yefendi Ali Bey sözüm ona Ethem Beyi azarlayıp Arnavutları serbest bırakmaya razı eder.
Ethem Bey serbest bıraktığı Arnavutları takibe aldırır. Akçapınar Köyü altında Kanlıhana geldiklerinde Arnavutlar boğularak öldürülür.
Aznavour Ahmet Bey Gönen, Manyas ve Bandırma civarında Pşışawko Ethem Bey ve Kuvva-i Seyyare aleyhinde faaliyetlerde bulunmuş, 2. Aznavour ayaklanmasında Emre Köy'e giderek Ethem Beyin babasının çiftliğini yakmış, Tevfik Beyin o an çiflikte olan eşi Kıymet Hanımın parmağındaki yüzüğü çıkaramayınca parmağını kesmeye kalktıklarında çiflik işlerini yürütmesi için köyde bırakılan Ethem Beyin akrabası olan gençlerden biri müdahale etmeye kalkmış, tam onu öldürmeye teşebbüs ettiklerinde Ethem Beyin amcası Pşışawko İbrahim Beyin oğlu Kolağası Pşışawko Hüseyin Bey engel olmaya çalışırken kendisi öldürülmüştü. Tekrar diğer genci de öldürmek üzereyken Aznavour taraftarı çok yaşlı bir Tağematenin;
- Yahu siz ne yapıyorsunuz? Biz bunun için mi geldik buraya? Bırakın hemen o çocuğu. diyerek olaya müdahale etmesi sayesinde, o genç öldürülmekten son anda kurtulmuştu.
Kolağası Pşışawko Hüseyin Bey |
Şhalako Aziz Bey
Posted by Шlэрэнкъо
#Gönen #Çalıoba (TaşTepe) köyünden olup, #EthemBey''in davetiyle sanki böyle birşey
bekliyormuşçasına hiç sorgulamadan daha ilk kurulduğu günlerde #KuvvaiSeyyare'ye katılmış gözüpek,
vatansever olduğu kadar yiğit bir #Adığe.
Kardeşi ise, İngiliz altınlarıyla Ankara tarafından tezgahlanan Aznavur
ayaklanmasında #AznavurAhmet in tarafında ilk iç isyan hareketine katılıyor.
Bir #Çerkes Dramı daha!!!
#EthemBey'in 15 kişilik muhafız birliğinin baş muhafızı #ŞhalakoAziz Bey.
#Gönen #Çalıoba (TaşTepe) köyünden olup, #EthemBey''in davetiyle sanki böyle birşey
bekliyormuşçasına hiç sorgulamadan daha ilk kurulduğu günlerde #KuvvaiSeyyare'ye katılmış gözüpek,
vatansever olduğu kadar yiğit bir #Adığe.
Kardeşi ise, İngiliz altınlarıyla Ankara tarafından tezgahlanan Aznavur
ayaklanmasında #AznavurAhmet in tarafında ilk iç isyan hareketine katılıyor.
#KuvvaiSeyyare tarafından #Biga da çatışmada öldürülüyor. Çaresiz kardeşini alıp Çalıoba Köyü'nde
defn ediyor. Tekrar Kuvva-i Seyyare ile #Düzce Sefer Berzek ve #Sivas'taki #Çapanoğlu ayaklanmaları dahil diğer cephelerde
mücadelenin sonuna kadar her daim Ethem Bey'in yanında yer alıyor.
28 Ocak 1921 de Ethem Bey #KuvvaiSeyyare 'yi lağvedip vatanını terk etmek zorunda kaldıktan sonra Aziz Bey de mücadeleyi bırakarak Ethem Bey'in köyü olan #EmreKöyü ne komşu #YeniZiraatlı Köyü'nden evleniyor ve hayatının sonuna dek burada yaşıyor.
Aziz Bey yaşı ilerleyince iki gözüde görmez oluyor. Köy kahvesinde gençlere o dönemde yaşanılanları hüzünlenerek anlatıyor. Gözleri görmediğinden dolayı vakit ne durumda olduğunu bilmediği için gece köyün gençleri onu evine götürmeyi teklif ediyor. Yol boyunca sohbet ederlerken soruyor;
-Kitaplar ne yazıyor onun hakkında?
-Hain! Yazıyor Aziz dede. Hain!
Gözlerinden yaşlar süzülüyor Aziz Bey'in. Ağlamaklı bir sesle itiraz ediyor.
-Çok haksızlık ediyorlar çokkk. Biz onunla gece gündüz demeden at sırtından inmeden dağ bayır Yunan la savaştık. Çok büyük haksızlık ediyorlar ona....
28 Ocak 1921 de Ethem Bey #KuvvaiSeyyare 'yi lağvedip vatanını terk etmek zorunda kaldıktan sonra Aziz Bey de mücadeleyi bırakarak Ethem Bey'in köyü olan #EmreKöyü ne komşu #YeniZiraatlı Köyü'nden evleniyor ve hayatının sonuna dek burada yaşıyor.
Aziz Bey yaşı ilerleyince iki gözüde görmez oluyor. Köy kahvesinde gençlere o dönemde yaşanılanları hüzünlenerek anlatıyor. Gözleri görmediğinden dolayı vakit ne durumda olduğunu bilmediği için gece köyün gençleri onu evine götürmeyi teklif ediyor. Yol boyunca sohbet ederlerken soruyor;
-Kitaplar ne yazıyor onun hakkında?
-Hain! Yazıyor Aziz dede. Hain!
Gözlerinden yaşlar süzülüyor Aziz Bey'in. Ağlamaklı bir sesle itiraz ediyor.
-Çok haksızlık ediyorlar çokkk. Biz onunla gece gündüz demeden at sırtından inmeden dağ bayır Yunan la savaştık. Çok büyük haksızlık ediyorlar ona....
Tüm dikkatini vatan savunmasına odaklamış olan Ethem Bey, etrafında dönen dolaplardan habersiz olduğundan, bu isyanı gerçek sanmış ve bu duruma çok sinirlenmişti. Ankara'nın timsah gözyaşlarına kanarak yeterli gördüğü kadar kuvveti yanına alıp, Aznawour Ahmet Beyin üzerine gitmiş, Balıkesir'de başlayan çarpışmalar Biga'ya kadar devam etmişti. Aznawouru destekleyen kim varsa etnisitesine bakmadan cezalandırmış, hatta bazılarının evlerini dahi yakmış(Büyük ihtimalle babasının çiftlik evini yakanların evleridir) ve kısa bir sürede sözde ayaklanmayı bastırmıştı. Aznawour isyan tezgahlamak için kendisine hibe edilen İngiliz altınlarından artanları bile karargah olarak kullandığı kaymakamlık binasında bırakıp, son anda kaçarak İngiliz savaş gemisine sığınmıştı.
Ethem Bey sonucu derhal memnun olacaklarını zannettiği Ankara'ya bildiriyor ve cepheye dönmeye hazırlanıyordu ki, istenen olmamıştı ve diğer seçenek olan Berzeg Sefer Bey devreye sokuluyordu.
Düzce/ Safer Berzek Ayaklanması
Ethem Bey her ne kadar bir an evvel cepheye dönmek istesede buna izin verilmiyor, rica minnet karşısında çaresiz Düzce'ye hareket etmek zorunda bırakılıyordu.
Bu kötü gidişattan duyduğu rahatsızlıktan dolayı soydaşlarına yazdığı aşağıdaki çağrı mektubu
Cengaver Çerkezler!...
Asırlardan beri Dinine, İslam Halifesine sadakat göstermekle maruf, cesur ve kahraman kan kardeşlerime hitabediyorum;
Kafir düşmanlardan gördüğü zulüm üzerine senelerce evvel Osmanlı Hakan'ının al ve nurlu Sancağının saye-i feyz-ü felahına kabul olunmuş olan biz Çerkezler, vatan-ı Osmani'nin itilası ve hevası namına pek şanlı hizmetler ifa ettik. Ruslar'la, Nemseliler'le, Bulgarlar'la, Sırplar'la, Karadağlılar'la yapılan muharebelerde en ön saflarda bulunarak, besalet ve hamasetimizle düşmanlarımızı hayretlere garkettik.
Atlarımızı daima düşmanlarımıza karşı oynattık. Hiç bir küffar hükumeti'nin idaresini tavan tanımadık.
Moskof Çarının cebr-ü kahrına uğradığımız zaman bize şefkatle topraklarını açan Osmanlı ve Müslüman Diyarı'na geçtik.
Senelerden beri bu mukaddes topraklarda hertürlü esbab-ı istirahatımız müemmen bir halde yaşıyoruz.
Bu gün bizi analarımız babalarımız gibi muhabbetle, merhametle, büyütmüş olan bu mukaddes ve mubarek toprak Allah'ımızın, Dinimizin, Camilerimizin, can kan ve dava kardeşlerimizin düşmanı olan İngiliz, Yunan, ve birlik olmuş küffar canavarların tecavüzüne maruz bulunmakta.
Senelerce uğruna kan döktüğümüz, kılınç salladığımız Halife ve Padişahımız hunhar İngilizlerin esareti altındalar... Menazır-ı latifesiyle, ciyadet-i havasıyla cevami-i aliyesi ile darülfünun'uyla, mektepleriyle meşhur-u cihan olan Hilafet makamlarımız, küffar işgal-i askeriyesi altında inliyor.
Padişahımızın askerleri silahsız bırakılıyor. Veliahtımızın konağı kuşatılıyor kadınlarımızın, kızlarımızın, fotografları alınıyor.
İngilizler evlere giriyorlar milletin ırzına tecavüz ediyorlar.
Ey Necip milletim!...
Ey secaatiyle, biniciliğiyle, dünyaya korku saçan asil milletim!
Dininin tahkir olunduğu bu saatta, düşmanı küffar'a karşı isyan etmeyeceğizde ne edeceğiz?
Bugüne kadar küffar tahakkümünün, İngilizi Yunanı birleşen yetmiş küffarın tahakkümünün ne olduğunu bilmediğin için bu melun hükümetlere karşı lüzumu derecede gayz ve kin gösterelim.
Fakat benim gibi anası, babası, öz Çerkez bir kardeşinizin suzişli hitabını okuduğun ve işittiğin zaman, aslan kanının galeyan edeceğine eminim... Eminim ki, bu dakikadan itibaren İngilizler'i, Yunanlılar'ı, işgalci küffarı yok etmek için and içeceksin.
Öyle ise haydi atına bin bu alçak Dini İslam düşmanlarına karşı uç. Allah'ın ve Peygamber'in intikamını al?
26 Nisan 1920 Çerkez Ethem
Bu arada eller keyifle oğuşturuluyordu. Çünkü, sadece bir günde 4000 kişilik silahlı bir sözde ayaklanmacı hazırlanmıştı. Zaten savaş yorgunu, yüzlerce kilometre yol katetmiş, üstelik birde isyancılarla mücadele etmiş bir kuvvet kolayca tepelenebilirdi. Fakat hiçte öyle olmadı. Bölgenin ileri gelen Kafkas kökenlilerinin tüm ricalarına rağmen Ethem Bey öyle şiddetli bir çatışma sergiledi ki, Berzeg Sefer Bey'in birliğini de kısa bir sürede darmadağın etti. Kurulan mahkemede suçlu bulunmuş Sefer Bey'i cezalandırmaması için her nedense! telgraf üzerine telgraf çekiliyordu Ankara'dan.
Burada sorulması gereken şu;
1- "Ethem Bey vatan savunması açısından çok elzem bir amaç için altı ayda toplayamadığı 4.000 silahlı adamı Sefer Berzeg bir günde hangi kaynakla toplayabildi?
2-"Padişah yanlısı olarak ayaklanma çıkardığı iddia edilen Berzeg, Kuvva-i Seyyarenin mahkeme heyeti tarafından yargılanırken, İstanbul dan hiç bir girişim olmuyor da, Ankara'nın etekleri neden tutuşuyor?"
Bundan pek bir anlam çıkaramamış olsa da, Berzeg Safer Beyi infaz etmekten imtina etmemişti. Bu Ankara'da tam bir şok oluşturuyordu. Yine başarısız olunmuştu. Ethem Beye cepheden gelen haberler hiç hoş değildi. Yunan birliklerinin hareketlerinden genel bir taarruza geçmeye hazırlanıyor olduğu anlaşılıyordu. Bu çok vahim sonuçlar doğurabilirdi. Tabii ki bu organize bir durumdu. Ethem Bey'in daha kolay bir şekilde alt edilebilmesi için tüm kuvvetini tek bir noktada kullanmasına mani olmak gerekliydi. Tamda öyle oldu. Kuvvetlerinin bir kısmını tedbir olarak Eskişehir'de bırakmak zorunda kaldı. Başkaları açısından onu ortadan kaldırmaktan daha önemli birşey olamazdı. Oradan da cepheye dönmesine engel olmak gerekiyordu.
Acilen Ethem Beyi asıl bitirecek olan, yüzlerce kilometre uzaktaki Yozgat'ta yine bir Kafkas kökenli Çapanoğlu Celal ve Edip Bey isyanı tezgahı, en büyük çaplısı olarak sahneye konmuştu.
Artık bu iş bitecekti. Ancak bundan böyle ortadaki tezgahlardan habersiz olan Kafkas kökenliler tarafından tepki toplamaya ve sevilmemeye başlamıştı Ethem Bey. Amaçlardan biri gerçekleşmiş ancak asıl hedefe ulaşılamamıştı bir türlü. Ethem Bey'i gözden düşürmek için her türlü ayak oyunları yapılıyordu. Bunlardan biride kendisinin haberi bile olmadan, bizzat kendilerinin kurdurdukları Komünist Partisi'ne kaydını yaparak, onu İslam dinine sımsıkı bağlı halk karşısında antipatik duruma düşürme girişimidir. Zaten sözde isyanların tezgahlanmasını kolaylaştıran etkenlerden biri de buydu. Oysa Ethem Bey'in siyasi düşüncesi "Kızıl Komünizm" değil, "Yeşil Bolşevizm"dir.
Ankara'ya geldiğinde halk tarafından büyük bir coşkuyla karşılanıyordu ancak birilerinin gözünde artık son günlerini yaşayan bir zavallıydı. Sahte sevgi saygı gösterileriyle avutuluyordu. Nasılsa çok yakında işi bitmiş olacaktı.
Her ne kadar cepheyi boş bırakmak istemese de, birileri bu ayaklanmaları peydahlayıp sanki Ethem Bey'e cepheyi boşaltmaya zorluyor gibiydi. Ne yapıp edip Çapanoğlu ayaklanmasını da bastırmaya ikna ettiler. Çaresiz Adapazarı'ndan Yozgat'a hareket etti. Yolu üstündeki Ankara'da herkes büyük kurtarıcı tezahüratları ile karşıladı.
Kısa süreli bir istirahatten sonra Ethem Bey ile ağabeyi Tevfik Bey, Mareşal Fevzi Çakmak, Mustafa Kemal ve İsmet Paşalarla acil bir toplantı yaptılar. Bu toplantıda paşaların verdikleri bilgi ve dikte etmeye çalıştıkları strateji Ethem Beyin hiç hoşuna gitmese de, ağabeyi Tevfik Bey'in yanında pek sesini çıkarmadı. Tevfik Bey dahi pek sıcak bakmamıştı talep edilen strateji uygulamalarına.
Ertesi sabah yol hazırlığı yapılırken Ethem Bey'i yeniden görüşmek için çağırttılar. Yanına Tatar Seyfullah ile Kürt Salihi de alarak Mustafa Kemal ve İsmet paşaların olduğu odaya girdiler. Tevfik Beyi özellikle çağırmadılar. Rütbesinden dolayı ona bir baskı ve emir dikte edemeyeceklerini biliyorlardı. Ethem Bey kendilerince düşük rütbeli bir subaydı ve her türlü emir- komut verme yetisini kendilerinde görüyorlardı. Ethem Bey ayaklanmayı bastırma konusunda asla başarılı olamayacağı talepler karşısında tekraren bu işi kendi yöntemleri ile halledeceğini beyan ediyordu. Ediyordu da ne dese nafile. Paşalar ısrardan vazgeçmiyorlardı. Yine Mustafa Kemal aynı şeyleri yüksek sesle tekrarlayınca Ethem Bey patladı.
-Paşa! Paşa! Madem kendiniz bastırsaydınız ayaklanmayı. Bizi neden çağırdınız? Elinizdeki silahları bile kaptırdınız 3,5 çapulcuya. Ben bu işi kendi yöntemimle en geç bir haftada hallederim. Lakin bana sonra neden öyle yaptın ? Neden böyle yapmadın? gibi şeyler söylemeyeceksiniz. diyerek kamasını çıkardı ve masaya vurdu. Devamla;
-Eğer söylerseniz senin kafanı keser İsmetin masasına , Onun kafasının keser senin masana koyarım. Karar sizin. Yoksa ben şimdi buradan cepheye dönüyorum.
Hiç beklemedikleri böyle bir çıkış karşısında ikili tam bir şok yaşadı. Biraz suskunluktan sonra Mustafa Kemal;
- Tamam. Öyle olsun. Ne gerekiyorsa yapın madem. diyebildi.
Ethem Bey çok sinirlenmişti. adamlarına bir işaretle oradan ayrıldılar. Kafasında oluşturduğu taktik icabı kestirme yol yerine Alaca tarafından Yozgat'a ilerledi. Alaca'da beşyüz kişi daha kattı Seyyaresine. Yozgat'a vardıklarında Ethem Bey'in suskunluğu Kürt Salih'in dikkatini çekti.
-Kumandan! Ne düşünüyorsun?Yozgata vardık. Ağzını bıçak açmıyor. Neşelen biraz.
Ethem Bey gülümseyerek;
- Öylemiii? Tamam o zaman. Şenlik başlıyor birazdan.
Bütün askerlerine yüksek sesle talimatını verdi.
- Karşınıza ne çıkarsa çıksın ateş edeceksiniz. Kedi, Köpek, At, İnek dahi olsa sağ bırakmayacağız. Anlaşıldı mı? Haydi şenlik başlasın.
Ayaklanma bastırıldıktan sonra yapılan soruşturmada Ankara valisi Y. Galip Bey'in bu işte parmağı olduğu anlaşılıyor. Yargılanmak için Ankara'dan valinin Yozgat'a gönderilmesi istenmesine karşın gönderilmiyor. İlginç değil mi?
Daha da ilginç olan, Bütün bu ayaklanmalara öncülük edenlerden hiç biri "HAİN" olarak anılmayıp, bu ayaklanmaları bastıran Ethem Bey adının önüne "ÇerkeZ" toplumunun genelini ifade eden adı ve onunda önüne "HAİN" yaftası yapıştırılarak anılmasıdır.
Ve hatta ayaklanma bölgelerinden tek bir köyün bile sürgün edilmeyip, bu ayaklanmaları bastıranların Bandırma, Gönen ve Manyas'taki köyleri sürgüne tabi tutulması nasıl izah edilebilir?
Savaşlar içerisinde pişmiş biri olarak Ethem Bey beklentilerin aksine kestirmeden değil, Alaca tarafından dolaşarak Yozgat'a girerek beklenmedik bir baskın yaptığı için Çapanoğlu'nu alt etmesi de pek zor olmadı. Açtırdığı soruşturma sonucunda sözde isyanı dönemin Ankara valisi Yahya Galip Bey'in tezgahladığını öğrenir öğrenmez Ankara'ya telgraf çekerek suçlunun derhal kurulan mahkemeye gönderilmesini istemesine rağmen hamileri tarafından acilen sahte sağlık raporu düzenlenip sağlığı bahane edilerek gönderilmiyordu. Ethem Bey ardarda çektiği telgraflarla defaten gönderilmesini talep etmesine rağmen, olumsuz karşılanmasına tahammülü kalmamıştı. Ankara'daki bağlantıları sayesinde aldığı bilgiler böyle bir sağlık problemi olmadığı yönünde olunca onun himaye edildiğini, dolayısıyla bu olayda suç ortaklığı olduğunu anlayabilmişti sonunda. Buda yetmiyormuş gibi Ethem Bey'in bölgede yaşayan Alevilerden Kuvva-i Seyyare için 500 kişilik asker toplama girişimi dahi engellemeye çalışılıyordu. Buna rağmen Alaca Alayı adını verdiği150 kişilik bir kuvveti saflarına katabilmişti. Artık "takke düşmüş, kel görünmüş"tü. Gerçek niyetlerinin anlaşıldığını bilen 3lü yeni planlar hazırlamak için zaman kazanmak amacıyla halen Yozgat'ta olan Ethem Bey'e Yunan birliklerinin sakin olduklarını bildiren bir telgraf çektiriyordu. Bu bilgi ışığında Ethem Bey rahatlıyor ve aylardır savaş, yolculuk ve sözde isyanlarla uğraşmaktan bunalmış birliklerine on günlük istirahat veriyordu.
Yozgat ayaklanmasını bastırmayı kabul etmek için Ethem Beyin şart koştuğu, Fevzi Paşanın da kabul ettiği halde Salihli Cephesinin sorumluluğunu Ethem Bey cepheye dönene kadar alması gerekirken, neden beklemeden Ankaraya dönmüştür?
Yunan tarafının sakin olduğuna inandırılan, hem batı cephesindeki hemde Yozgat'taki Kuvva-i Seyyare'nin rahatlığından faydalandırılan Yunan birlikleri ani bir taarruza kaldırtılıp, Gediz üzerinden iki kola ayrılarak ilerledi. "sol-sağ 1-2, selam dur", "rahat", "hazır ol" komutlarını uygulamaktan başka becerisi olmayan, hiç bir çarpışma yaşamamış, üç top sesi duyunca çil yavrusu gibi dağılan düzenli ordu! askerleri, Kuvva-i Seyyare'ye nazaran, silah ve cephane yönünden kıyaslanamayacak kadar üstün olmasına rağmen, bu ilerleyişe hiç bir direnç göster(e)memişti. Bir kol Balıkesir, diğeri ise Bursa üzerinden Eskişehir'in bazı bölgelerini ele geçirdi. Buradan ayrılan bir kol da Afyon'a doğru çok rahat bir şekilde ilerliyordu. Yozgat'takileri panikletip kendileriyle uğraşmaya zaman bırakmadan tekrar cepheye koşmaları sağlanmalıydı. Plan aynen uygulandı. Bu onu ortadan kaldırmak için yeni bir şans demekti aynı zamanda. Ankara'dan hemen durumu haber veren bir telgraf çekip, Ethem Bey'in oraya geldiğinde başlarına gelecekleri de çok iyi bildiklerinden, apar-topar Ankara'yı terketmek zorunda kalmışlardı.
Ethem Bey Ankara'ya geldiğinde, dönen dolaplardan habersiz halk onun gerçek bir ayaklanmayı daha bastırdığını zannederek büyük bir coşku ile karşılıyordu.
-Halaskarımız!
-Münc-i Millet! tezahüratları çınlıyordu geçtiği Ankara sokaklarında.
Ankara'da yapılan durum değerlendirmesinde kendisine düşen görev Yunan birliklerinin kontrolüne geçen Kütahya ve Demirci civarında hakimiyeti tekrar ele geçirmekti. Derhal Eskişehir üzerinden Kütahya'ya hareket edilmişti. Kütahya'da tıpkı Sinop Cezaevinden Yakup Cemil ve Deli Halit Paşa ile birlikte mahkumları Doğu Cephesine dahil ettikleri gibi, tarihte eşine az rastlanacak dahiyane bir hamle ile hapishanedeki mahkumlardan oluşturduğu bir taburu da kuvvetlerine katarak, buradan Demirci'ye giderken Simav'da gerçek bir iç isyanı da bastırmak zorunda kalıyordu. Demirci'nin Yunan eline geçmesinden cesaret alan Simavlı Rumlar oradaki Kuvva-i Milliye karargahına saldırarak duruma hakim olmuşlardı. Ethem Bey Demirci'ye ulaşmak için buradan geçmek zorundaydı. Ancak Yunanlıları hazırlıksız yakalamak istediğinden, onlarla çatışmadan sessizce geçip gitmek istiyordu. Her tarafa silahlı adamlar yerleştirmiş Simavlılar kendilerine aşırı derece güveniyorlardı ve buna izin vermek istemiyorlardı. Ethem Bey için başka çare yoktu, onlarıda çok kolay bir şekilde paçavraya çevirmesi hiçte zor olmamıştı. Ancak buradaki çatışmada yaralanmıştı. Simav' a en yakın tek Adğe köyü olan Kiçir Xableye giderek orada Met Salih Bey'in Xaçeşinde tedavisi yaklaşık olarak bir ay kadar sürdü. Köy ahalisi bu tedaviye öyle ihtimam gösteriyordu ki, üzerine sinek bile konmasına imkan vermiyorlardı. Met Salih Bey ve köyün Tağemateleri bir gün Ethem Bey'i ziyarete gittiklerinde Tağemateler sitemkarane;
-Ethem! Bu Kemal ile İsmet'e dikkat et! Onlar sonunda seni öldürecekler! Onlar için savaşma! diye nasihat ederler.
-Ben onlar için değil, Millet için, Allah rızası için savaşıyorum! diye cevap verir.
Ağabeyi Tevfik Beye devrettiği Kuvva-i Seyyare hiç vakit kaybetmeden Demirci'ye doğru harekete geçmişti. Demirci'de Yunanlılarla günlerce süren çok çetin bir mücadeleden sonra duruma hakim olan yine Ethem Bey'in Kuvva-i Seyyaresiydi. Ethem Bey üzerine düşen görevi yine başarıyla yerine getirmişti. Afyon ve Uşak cıvarı kurtarılmayı beklerken diğerleri birşeyler yapmak yerine, hala yeni tezgahlar planlamak üzere görev yerlerini terkedip Ankara'ya kaçıyorlardı. Onlar başka hesaplar peşindeydiler. Kendilerinin halletme sözü verdikleri bu bölgede hiçbir girişimde bulunmamış, tam aksine buranın kurtarılma yükünüde Ethem Bey'in üzerine yıkmışlardı. Kara harekatıyla Kuvva-i Seyyarenin hakkından gelinemeyeceğini anlayanlar, Yunanlılara artık uçaklarıda kullandırmaya başlamıştı. Ethem Bey çaresiz Kuvva-i Milliye uçaklarının yardımını istiyordu ancak onlar düşman kuvvetlerini vuracakları yerde sözde yanlışlıkla(!) Kuvva-i Seyyare birliğini bombalıyordu. Hiç ummadıkları bu saldırıya hazırlıksız yakalanan Kuvva-i Seyyare askerleri büyük kayıplar vermişlerdi. Yinede büyük bir özveri ile mücadele etmiş ve bölgeyi Yunan birliklerinden temizlemişlerdi.
Ethem Beyin zaten yerinde olmayan vücut sağlığı o denli bozulmuştuki bu aylardır süren mücadele boyunca, artık tedavi olma mecburiyeti hissediyordu. Bu amaçla Kuvva-i Seyyarenin komutasını ağabeyi Tevfik Bey'e bırakarak Ankara'ya gitmek zorunda kaldı. Buradaki tedavisi sırasında ziyaretine gelen vekillerden bazıları ona Ankara'da yaşanan siyasi çekişmeler konusunda bilgiler veriyor ve Ethem Bey'in hiçbir mevki, makam ve paye edinme amacı olmamasına karşın, cephede göstermiş olduğu olağanüstü başarılardan dolayı onu kurmak istedikleri Yeşil Ordu'nun başına getirmek istiyorlardı. Ancak bu kurulmak istenen Yeşil Ordu malum odakların yüz yıldır yapmaya çalıştıkları amaca hizmet etmekten öte, tam aksine onların tamamen tasfiyesi anlamına geliyordu ki, buna asla izin veremezlerdi. Bu ordu tamamen halkı gözeten, diğerlerinin kuracakları düzenli ordu ise, egemen sınıfın çıkarlarını korumaya yönelik olacaktı.
Ankara'daki meclis bu iki kanadın siyasi arenası durumuna gelmişti. Muhtelif mevki ve makamlara aday olarak Yeşil Orducular tarafından desteklenen vekiller oylamalarda galip gelerek seçimi kazanmalarına rağmen, diğer kanadın önde gelenleri tarafından haklarında uydurulan yalan ve iftiralarla karalama kampanyaları yüzünden yıpratılıyor ve istifa etmeye zorlanıyordu. Öylesine ustaca entrikalar yapılıyordu ki düzenli ordu kanadının başı tarafından, Yeşil Orduyu destekleyen ve meclis seçimlerinde kendilerini alt eden Tokat Milletvekili Nazım Beyi bile, Ethem Bey'in nüfuzunu kullanarak istifaya zorluyorlardı. Ethem Bey Nazım Bey olayında belkide hayatının en büyük hatasını yaptı. Nazım Beyi istifa ettirip yerine İleride kendine karşı kullanılacak olan Refet Belenin Dahiliye Vekili olmasını sağladı.
Eğer demokratik bir şekilde seçimi kazanarak o makamı hak etmiş Nazım Beyi istifa ettirmeseydi ve Dahiliye Vekili görevinde o olsaydı, bugün tarih çok farklı bir mecrada ilerleyecekti kesinlikle.
Ethem Bey aldığı Adğe terbiyesi sebebiyle büyüklerine karşı aşırı derece saygılı, fakat burnunun dibinde yaşanan entrikaları görmekten aciz ağabeyi Reşit Bey'e aşırı güven ve itaatkar olması, riyakarlar tarafından çok iyi biliniyor ve ustaca kullanılıyordu.
Bütün idari makamları kendi amaçlarına hizmet edecek kimselerle dolduruyorlardı.Yapılan hesap önce Ethem Bey'i yalnızlaştırıp, sonra açıkça saldırmaktı. Ethem Bey'le uyumlu çalışan her kim varsa türlü gerekçelerle onunla direk ilişkili olamayacağı veya etkili olamayacağı başka makamlara kaydırıyorlardı. Ethem Bey politikanın yabancısıydı ve açıkçası siyaset, politika, mevki, makam herhangi bir paye hiç umurunda bile değildi. Onun tek derdi hasbelkader yaşadığı vatanı emperyalist güçlerin elinden kurtarmaktı. Ancak şunu bilmiyorduki, emperyalistlerin parmağı burunlarının dibindeydi ve her zaman öyle olacaktı.
Ethem Bey tedaviye cevap veriyor ve birkaç gün sonra sağlığına tam olarak kavuşmamış olsa bile biraz toparlıyordu. Ona rahat haramdı sanki. Daha sağlığına tam olarak kavuşamadan Kütahya cephesinden kötü haberler gelmeye başlıyordu. Hemen tedaviyi yarıda kesip cepheye dönmeye karar veriyordu. Tezgahlar bir türlü bitmek bilmiyordu. Oraya vardığında Konya'da Delibaş namında birinin büyük bir isyan başlattığı ve Ankara'dan gelen bir emirle bu sözde isyanıda Ethem Bey'in bastırması isteniyordu. Bu oyuna çok gelmiş olan Ethem Bey, artık bu tür şeylere ehemmiyet vermiyordu. Bu görevi ne kendisi nede ağabeyi Tevfik Bey kabul etmese de, aşırı ısrar karşısında birliklerinden bir kısmının bu göreve katılmasına izin vermek zorunda bırakılıyordu. Kuvva-i Seyyarenin bu göreve katılması demek, oraya yardımdan çok bu görevin kendi üzerine yıkılması demek oluyordu. Hemen akabinde Kuvva-i Seyyare kuvvetlerinin sayıca azaltıldığı tarafta Yunan birlikleri ile Gediz'e büyük çaplı bir saldırı başlatılıyordu.
Ethem Bey, Redd-i İlhak mücadelesine başlayalı iki yıla yakın bir zaman olmasına ve Kuvva-i Milliye düzenli ordusunun güçlenmesi için yaptığı onca desteğe rağmen, düzenli ordu Yunanla çarpışmadan her daim men ediliyor, sürekli ricat emri uygulatılıyordu. Ethem Bey'in ilk defa Kuvva-i Seyyare ile düzenli ordunun müşterek bir muharebe uygulama düşüncesine Ali Fuat Paşa hemfikir olunca, bu kararlarını Ankara'ya da bildirdiler. Bu Ankara'dakilerin hiç işine gelecek bir durum değildi. Eğer Kuvva-i Seyyare ile düzenli ordu birlikte savaşmaya başlarsa, Yunan'ın buna karşı koyabilmesi ve tutunabilmesi imkansızdı. Ankara'nın karşı çıkmasına rağmen ikili bu kararlarını uyguladılar.
Bu çatışmalarda Yozgat'taki alevilerden oluşturulan 150 kişilik Alaca Alayı, Ankara'dan alınan bir talimatla İnönü ve Refet Bele tarafından bozgunculuk yapması için özel olarak gönderilen fitneciler;
-"Hükümetin düzenli ordusu dururken Ethemin çetesine(!) katıldınız. Bunun hesabını vereceksiniz." diye tehdit edilince, onlarda;
-"Madem hem savaşıp hemde ceza göreceğiz, neden burda ölelim" diyerek cepheden firar ediyorlardı. Yalnız kalan diğer kuvvetler çok şiddetli geçen çatışmalar sonucunda ilk önce gerilemek zorunda kalmış olsalarda, daha sonra toparlanabilmişlerdi. Hem Kuvva-i Seyyare hemde Yunan birliği çok büyük kayıplar verdiği halde Yunanlılar hızla bölgeyi terketmek zorunda kalıyordu yine. Bu ilk ve tek müşterek savaşta zafer kazanılmıştı. Ancak bu zafer Ankaranın hiç hoşuna gitmedi. Bu muharebe akabinde Yunanistan karışmış uğranan hezimetten dolayı Yunan Kralı cunta tarafından devrilmişti. Ethem Bey ile Ali Fuat Paşanın popülaritesin bir an evvel ortadan kaldırılması elzemdi Ankara için.
Neşriyatın önemini çok iyi biliyorlardı. Eskişehirde yayınlanan Yeni Dünya Gazetesi Ethem Beyin adeta sözcülüğünü yapıyordu. Ethem Beye karşı başlatacakları kara propaganda karşısındaki bu gazetenin, Ethem Beyin elinden alınması gerekiyordu. Bu zoraki/cebren yapılabilecek bir şey değildi. Bu gazetenin Ankaraya taşınması ihtiyacı varmış gibi Ethem Beyden izin istediler sinsice. Ethem Beyde bu fikre kanarak gazetenin naklini onayladı ve adeta kendi ümüğünü sıktı.
Kendi yol açtıkları zararları Ethem Bey ve Ali Fuat Paşanın hatası imiş gibi lanse ederek Ali Fuat Paşayı Batı Cephesi Komutanlığı görevinden alarak Moskova'ya Askeri Ataşe olarak göndererek Ethem Beyi yalnızlaştırma hamlelerine başladılar.
Ethem Bey, Alaca Alayı konusunda maşalık eden kişiyi tespit etmiş ve İstiklal Mahkemesine şikayet ederek yargılanmasını istemiş olması, hamilerinin zıvanadan çıkmasına yol açmıştı.
Bunun üzerine tuz biber eken diğer olay ise, Kütahya'ya Kuvva-i Seyyare aleyhine faaliyet göstermek amacıyla tayin ettikleri mutasarrıfı, faaliyetlerinden dolayı Tevfik Bey'in idam etmekle tehdit etmesiydi. Ankara'daki gizli eller dışarıdan veya açıkça karşısına geçerek alt edemedikleri Ethem Bey'i içeriden fitne fesat yayarak yıkma çalışmalarına büyük bir hızla başlamışlardı. Düzenli ordu bünyesindeki subaylarını Kuvva-i Seyyare içine nifak sokmak için kullanıyorlardı. Bundan başka bölgedeki Ethem Bey'in en büyük destekçisi olan Demirci Mehmet Efe'yi de hedeflerine almışlar, en yakın adamlarını bile ona karşı kışkırtarak bir suikast yapmaya teşvik eder olmuşlardı. Ethem Bey'i tamamen yalnız bırakabilmek için Demirci Mehmet Efe de ortadan kaldırılmalıydı. Artık Kuvva-i Seyyare içerisine malum odaklar tarafından sokulan fitneler yüzünden cadı kazanı gibi kaynamaya başlamıştı.
Tüm bunlar Ali Fuat Paşa Batı Cephesi Kumandanlığı'ndan alındıktan ve yerine İnönü getirildikten sonra ayyuka çıkmıştı. Ali Fuat Paşa döneminde sinsice kurulabilen tezgahlar şimdi daha kolay ve aşikar şekilde uygulanabiliyordu. Ethem Bey ortaya çıkan bu olumsuz gelişmeler hakkında görüşmek üzere Ankara'ya giderek hesap sorduğunda, hem riyakarca inkar ediyorlar, hem daha sonra tekrar her türlü entrika çevirmekten geri kalmıyorlardı. Kendisine karşı açıkça meydan okunmadığı için bir şey yapmadan tekrar cepheye dönen Ethem Bey'e başarısız bir suikast girişiminde bulunmuşlarsa da muvaffak olamamışlardı. Bu defa çok kapsamlı bir plan kurarak bir bahane uydurup onu sağlık problemi olmasına rağmen(!) Ankara'ya gelmeye mecbur bırakmışlardı.
Plan şuydu;
Güya Sadrazam Ahmet İzzet Paşa ve yanındaki heyetle Bilecik'te görüşecek ekibin içinde Ethem Bey'in de olması gerekiyordu. Bu nedenle gayet doğal olarak yanına büyük bir kuvvet almak yerine birkaç korumasıyla katılacaktı.
Karadeniz bölgesinde Pontus Rumlarına karşı mücadele eden Topal Osman ve yaklaşık 50 kişilik silahlı kuvveti dikkat çekmemesi için sivil kıyafetle trene alınacak müfreze tarafından, mümkünse tren yolculuğunda, olmazsa Bilecik'te Ethem Bey ve adamları kesin olarak ortadan kaldırılacaktı. Ethem Bey'e yapılacak suikast sebebiyle Eskişehir'de olabilecek bir halk ayaklanmasına karşı cepheden bir hücum kıtası getirilmiş, Kuvva-i Seyyare tarafından gelebilecek herhangi bir saldırıya karşı da Porsuk Köprüsü cıvarına bir alay asker yerleştirilmişti. Fakat evdeki hesap yine çarşıya uymadı.
Tren Garında Topal Osman ve yanındaki bunca silahlı kişinin olmasından şüphelenen Hacı Şükrü Bey Ethem Bey'i ve korumalarını uyarmıştı. Trende dost bildiği kişilerin çokluğundan dolayı böyle bir şeye ihtimal vermese de, korumaların aşırı titiz hareket etmelerinden Eskişehir'e gelinceye kadar böyle bir suikast imkanı oluşmamıştı. Burada trenin uzun süreli bir ikmal molası verecek olmasından ve Ethem Bey'in istirahat ihtiyacı hissetmesi sebebiyle, ayrıca iki düzenli ordu subayının kendisiyle görüşme konusundaki ısrarları karşısında, Kuvva-i Seyyare için oluşturdukları karargahta konaklamaya karar vermişlerdi. Ethem Bey'in yüzyüze görüştüğü, kendisi hakkında olumlu ve iyi niyetli düşünceye sahip bu subaylar bilgileri dahilindeki bu suikast planını ayrıntıları ile anlatarak, hazırlanan tuzağa düşmekten kurtarmışlardı. Ethem Bey acilen korumalarını arttırarak uygun yerlere yerleştirmişti. Bu olağandışı değişikliği gören suikast işbirlikçileri, niyetlerinin öğrenildiğini tahmin ederek, bu durumu derhal planlayıcılara bildiriyor ve bu işin kendileri açısından çok kötü sonuçlar doğurabileceğini bildiklerinden, Ethem Bey'in trene gelmesini beklemeden treni hareket ettirerek kaçıyorlardı. Ethem Bey kendisi için burada durmanın bundan böyle çok tehlikeli olabileceğini anlamış ve oda derhal cepheye dönmeye karar vermişti. Onunla beraber Hacı Şükrü Bey de Kütahya'ya gelmişti.
Bu suikast olayı Ethem Beyle Ankara arasındaki ilişkilerde tam bir kırılma noktası oluyordu. Suikastin gerçekleştirilemeyişinin sorumlusu olarak Hacı Şükrü Bey'i gören Ankara'dakiler, onunla görüşme bahanesiyle makam odasına davet ederek hesap soruyor, tartışma alevlenince hazırda bekleyen Topal Osman tarafından öldürülüveriyordu. En önde gelen siyasi rakiplerini böylece ortadan kaldırmış oluyorlardı.
Artık herşey ortaya çıkmıştı. Ne pahasına olursa olsun Ethem Bey ortadan kaldırılmalıydı. Düzenli ordu kuvvetleri Kütahya'daki Kuvva-i Seyyare üzerine saldırmak için Eskişehir bölgesinde yoğunlaştırılıyordu. Aynı zamanda Kuvva-i Milliye kumandanlarına sanki bütün problemler Ethem Bey tarafından çıkarılmışta, kendileri iyi niyetle barış teklif ettikleri halde Ethem Bey barış yapmaya yanaşmıyormuş ve bu işin artık barış yoluyla çözülemeyeceğini, bundan böyle güç kullanmak gerekeceğini belirten telgraf çekmeyi de ihmal etmiyorlardı. Tüm hazırlıklar tamamlanınca Kütahya'da bulunan Kuvva-i Seyyare üzerine saldırmak gayesiyle harekete geçildi.
Manidar olan; Kuvva-i Seyyare ye oranla kıyaslanamayacak kadar ateşgücü üstünlüğü olan, gerçek hainlerin güdümündeki düzenli ordu , Yunan işgalinden bu yana işgalcilere karşı ne tek bir saldırı, nede tek bir savunma gerçekleştirmemiş olduğu halde, işgalin başından beri Yunan birlikleriyle mücadale eden tek unsur olan Kuvva-i Seyyareye bu hassas dönemde saldırmaktan ve ülkeyi bir iç savaşa sürüklemekten imtina etmemiştir.
Ethem Bey, Gediz üzerindeki kuvvetlerine saldırılınca çaresiz kalarak, nefs-i müdaafa icabı, üzerine gönderilen kendi kuvvetlerinin çok üzerinde olan bu kuvveti darmadağın etmesine rağmen, tamamen imha edebileceği halde, hem bir iç savaş yaparak kardeş kanı dökmemek, hem de bunun ileride yol açacağı sonuçların vebalini göze alamadığından, imha etme yoluna gitmemiş, bu çatışmadan istifade ederek iç kısımlara ilerleyen Yunan birliklerinin daha da ilerleme riskini ortadan kaldırmak için, onları desteksiz bırakabileceği Gördes civarına çekilerek tekrar Yunan hatlarını zorlamaya başlamıştı.
Bu açmaz içerisinde olmanın psikolojisi ile meclise gönderdiği telgrafta yazdıklarında yerden göğe kadar haklı olmasına karşın, beylerin hoşuna hiç gitmeyen bu yaklaşım yüzünden o güne kadar meclis çoğunluğunun desteği aleyhine dönüyordu. Böylece başlatmış olduğu kurtuluş mücadelesi boyunca, Osmanlıyı yıkma gayretlerinin önündeki en büyük engel olan kendisini ortadan kaldırmayı tek amaç edinmiş gerçek "HAİN" lerin ekmeğine yağ sürmüş oluyordu. Bu telgrafı son derece abartarak vekillere okuyan gerçek hainlerin başı, yapılan oylamadaki oy fazlasıyla Ethem Bey ve ağabeylerini "HAİN"ilan ettirmeyi başarıyordu. Daha önceleri Ethem Bey'den bahsederken, yada çektikleri telgraflarda "Beyefendi" sıfatı kullanırlarken, "HAİN"in yanına birde "ÇERKEZ" liğini de vurgulayarak, milli mücadelenin en başından beri hep en ön saflarda olmuş tüm Kafkas kökenli fedakar, vefakar, cefakar insanlarıda bu "HAİN"sınıfına dahil ediyordu GERÇEK HAİN ler.
Ethem Bey'in böylesi bir iç savaştan kaçınıp tekrar Yunanlılara karşı cepheye dönmesi, Yunan birliklerinin Eskişehir bölgesini mecburen boşalmasına neden oluyor, hazır boşaltılmış bölgeye hiç savaşmadan düzenli ordu birliklerini yerleştiren "HAİN" ittifak sanki kendileri savaşarak bir zafer kazanmış gibi meclise yansıtıyordu. Meclisten aldıkları yetkiyle tekrar düzenli ordu birliklerini Kuvva-i Seyyare üzerine daha bir arsızca göndermesi karşınında durumun vahametini gören Ethem Bey, hiç savaşmadan geri çekilirken;
- "Şö şeşoğ, Şö şeşoğ" (Havaya atın, havaya atın.) diye emrederek, hem kardeş kanı dökmemeye, hemde karşı karşıya kaldığı düzenli ordu birliklerinin hızını kesmeye çalışıyordu.
Kuvva-i Seyyare'nin kurmay heyeti toplanmış ne yapacaklarını karar vermeye çalışıyorlardı. Dışarıda merakla ve heyecanla bekleyen askerler tezahürat yapıyorlardı;
-ANKARA! ANKARA!ANKARA!!!
Tam 376 çarpışmadan hiç yenilmeden her birinden zaferle çıkan Cengaver Ethem Bey ile, bir iç savaşın doğuracağı vahim sonuçları çok iyi görebilen Pşışawko kardeşler, tarihte eşi benzeri görülmemiş bir strateji geliştirmek zorunda bırakılmışlardı. kendileri aylardır savaştıkları düşmandan geçiş izni isteyerek cepheyi terk edip, lağvettikleri Kuvva-i Seyyare askerlerini, maaşlarını son kuruşuna kadar ödeyip artan parayı da Parti Pehlivana teslim ederek kendilerine karşı cephe açmış Kuvva-i Milliye birliklerine katılmaları için serbest bırakmışlardı.
Büyük biraderi Reşit Bey Yunanla geçiş protokolünü uygulamak amacıyla İzmire intikal etti. Tevfik Bey ise aile efradını yolculuğa hazırlamak için Bandırmaya geçtiği halde bu durumu içine sindiremeyen Ethem Bey aşırı derecede sağlığı bozulmuş halde birkaç yakın silah arkadaşıyla Sındırgı civarından dağlık bölgelerden gece yolculuğu yaparak Manyasa geçmişti. Buradan bir yolunu bulup Enver Paşanın olduğu doğuya geçmeyi tasarlıyordu. 3-4 hafta çaresizlik içinden bir çıkış yolu bulmaya çalışsa da bu mümkün olmadı. Evinde kaldığı köy ağası büyük tedirginlik yaşadığını ifade edince, Susurluktaki Yunan karargahına haber göndererek anlaşmaya hazır olduğunu bildirdi. 1921 yılı Şubat ayı sonlarında Susurluk Söve köyünde bir protokol ile teslim oldu. Pşışawko kardeşler Yunan'dan aldıkları geçiş izniyle cepheyi terk ettikten sonra 150 likler listesinin en başına konmuşlardı.
Kuvva-i Seyyare dağıtılınca meydanı boş bulan Ankara'nın güdümündeki jandarma birlikleri, Manyas, Gönen, Bandırma, Biga, Kirmasti, Mihaliç, Susurluk ve hatta Balıkesir cıvarlarındaki Adığe köylerine muhtelif zamanlarda baskınlar yapıyordu. Ne kadar Adığe genci yakalarlarsa hiçbir gerekçe göstermeden tutuklayıp, usulen yargılandıktan sonra, bahsi geçen yerlerde kurulan darağaçlarında her gün en az bir düzinesi idam edilerek, tam bir soykırım uygulanmıştı. Bu durumdan endişe duymaya başlayan Çerkesler, erkek çocuklarını damda, samanlıkta, hayvan ağıllarında veya bağ evlerinde saklamaya başlamışlardı.
Bununla da yetinilmemiş, 1922 sonları ile 1923 ilk yarısında Manyas, Gönen ve Bandırma civarındaki 14 Adığe köyü sakinleri peyderpey Taa Suriye hudutlarına kadar sürgüne tabi tutulmuşlardı. Nasıl bir nefretse bu, güzergahları üzerindeki yerleşimlerde yaşayanlara da sıkı sıkı tembihlemişlerdi ki;
-Bu gavur Çerkezler çok vahşidirler. Sakın ola ki bunlara yaklaşmayın. Birşey isterlerse katiyyen vermeyin.
Yok pahasına sattıkları mallarından elde ettikleri paralarıyla alış veriş dahi edemiyor, yiyecek ihtiyaçlarını bile gideremiyorlardı. Taa ki bir Cuma günü trenin mola verdiği bir yerde sela verildiğini duyan bir yaşlının Cuma namazı kılmak için izin isteyip, buna izin verildiğinde bütün Adığe erkeklerin sevinçle cuma kılmaya geldiğinde ahali anlıyor ki bunlar gavur falan değil kendileri gibi müslüman bir toplum. Bütün endişeleri ortadan kalkıyor, kimin evinde yiyecek türünde neyi varsa onlarla paylaşıyordu.
Burada sorulması gereken şu;
1- "Ethem Bey vatan savunması açısından çok elzem bir amaç için altı ayda toplayamadığı 4.000 silahlı adamı Sefer Berzeg bir günde hangi kaynakla toplayabildi?
2-"Padişah yanlısı olarak ayaklanma çıkardığı iddia edilen Berzeg, Kuvva-i Seyyarenin mahkeme heyeti tarafından yargılanırken, İstanbul dan hiç bir girişim olmuyor da, Ankara'nın etekleri neden tutuşuyor?"
Bundan pek bir anlam çıkaramamış olsa da, Berzeg Safer Beyi infaz etmekten imtina etmemişti. Bu Ankara'da tam bir şok oluşturuyordu. Yine başarısız olunmuştu. Ethem Beye cepheden gelen haberler hiç hoş değildi. Yunan birliklerinin hareketlerinden genel bir taarruza geçmeye hazırlanıyor olduğu anlaşılıyordu. Bu çok vahim sonuçlar doğurabilirdi. Tabii ki bu organize bir durumdu. Ethem Bey'in daha kolay bir şekilde alt edilebilmesi için tüm kuvvetini tek bir noktada kullanmasına mani olmak gerekliydi. Tamda öyle oldu. Kuvvetlerinin bir kısmını tedbir olarak Eskişehir'de bırakmak zorunda kaldı. Başkaları açısından onu ortadan kaldırmaktan daha önemli birşey olamazdı. Oradan da cepheye dönmesine engel olmak gerekiyordu.
Yozgat Çapanoğlu Ayaklanması
Çapanoğlu Edip Bey |
Artık bu iş bitecekti. Ancak bundan böyle ortadaki tezgahlardan habersiz olan Kafkas kökenliler tarafından tepki toplamaya ve sevilmemeye başlamıştı Ethem Bey. Amaçlardan biri gerçekleşmiş ancak asıl hedefe ulaşılamamıştı bir türlü. Ethem Bey'i gözden düşürmek için her türlü ayak oyunları yapılıyordu. Bunlardan biride kendisinin haberi bile olmadan, bizzat kendilerinin kurdurdukları Komünist Partisi'ne kaydını yaparak, onu İslam dinine sımsıkı bağlı halk karşısında antipatik duruma düşürme girişimidir. Zaten sözde isyanların tezgahlanmasını kolaylaştıran etkenlerden biri de buydu. Oysa Ethem Bey'in siyasi düşüncesi "Kızıl Komünizm" değil, "Yeşil Bolşevizm"dir.
Ankara'ya geldiğinde halk tarafından büyük bir coşkuyla karşılanıyordu ancak birilerinin gözünde artık son günlerini yaşayan bir zavallıydı. Sahte sevgi saygı gösterileriyle avutuluyordu. Nasılsa çok yakında işi bitmiş olacaktı.
Her ne kadar cepheyi boş bırakmak istemese de, birileri bu ayaklanmaları peydahlayıp sanki Ethem Bey'e cepheyi boşaltmaya zorluyor gibiydi. Ne yapıp edip Çapanoğlu ayaklanmasını da bastırmaya ikna ettiler. Çaresiz Adapazarı'ndan Yozgat'a hareket etti. Yolu üstündeki Ankara'da herkes büyük kurtarıcı tezahüratları ile karşıladı.
Kısa süreli bir istirahatten sonra Ethem Bey ile ağabeyi Tevfik Bey, Mareşal Fevzi Çakmak, Mustafa Kemal ve İsmet Paşalarla acil bir toplantı yaptılar. Bu toplantıda paşaların verdikleri bilgi ve dikte etmeye çalıştıkları strateji Ethem Beyin hiç hoşuna gitmese de, ağabeyi Tevfik Bey'in yanında pek sesini çıkarmadı. Tevfik Bey dahi pek sıcak bakmamıştı talep edilen strateji uygulamalarına.
Ertesi sabah yol hazırlığı yapılırken Ethem Bey'i yeniden görüşmek için çağırttılar. Yanına Tatar Seyfullah ile Kürt Salihi de alarak Mustafa Kemal ve İsmet paşaların olduğu odaya girdiler. Tevfik Beyi özellikle çağırmadılar. Rütbesinden dolayı ona bir baskı ve emir dikte edemeyeceklerini biliyorlardı. Ethem Bey kendilerince düşük rütbeli bir subaydı ve her türlü emir- komut verme yetisini kendilerinde görüyorlardı. Ethem Bey ayaklanmayı bastırma konusunda asla başarılı olamayacağı talepler karşısında tekraren bu işi kendi yöntemleri ile halledeceğini beyan ediyordu. Ediyordu da ne dese nafile. Paşalar ısrardan vazgeçmiyorlardı. Yine Mustafa Kemal aynı şeyleri yüksek sesle tekrarlayınca Ethem Bey patladı.
-Paşa! Paşa! Madem kendiniz bastırsaydınız ayaklanmayı. Bizi neden çağırdınız? Elinizdeki silahları bile kaptırdınız 3,5 çapulcuya. Ben bu işi kendi yöntemimle en geç bir haftada hallederim. Lakin bana sonra neden öyle yaptın ? Neden böyle yapmadın? gibi şeyler söylemeyeceksiniz. diyerek kamasını çıkardı ve masaya vurdu. Devamla;
-Eğer söylerseniz senin kafanı keser İsmetin masasına , Onun kafasının keser senin masana koyarım. Karar sizin. Yoksa ben şimdi buradan cepheye dönüyorum.
Hiç beklemedikleri böyle bir çıkış karşısında ikili tam bir şok yaşadı. Biraz suskunluktan sonra Mustafa Kemal;
- Tamam. Öyle olsun. Ne gerekiyorsa yapın madem. diyebildi.
Ethem Bey çok sinirlenmişti. adamlarına bir işaretle oradan ayrıldılar. Kafasında oluşturduğu taktik icabı kestirme yol yerine Alaca tarafından Yozgat'a ilerledi. Alaca'da beşyüz kişi daha kattı Seyyaresine. Yozgat'a vardıklarında Ethem Bey'in suskunluğu Kürt Salih'in dikkatini çekti.
-Kumandan! Ne düşünüyorsun?Yozgata vardık. Ağzını bıçak açmıyor. Neşelen biraz.
Ethem Bey gülümseyerek;
- Öylemiii? Tamam o zaman. Şenlik başlıyor birazdan.
Bütün askerlerine yüksek sesle talimatını verdi.
- Karşınıza ne çıkarsa çıksın ateş edeceksiniz. Kedi, Köpek, At, İnek dahi olsa sağ bırakmayacağız. Anlaşıldı mı? Haydi şenlik başlasın.
Ayaklanma bastırıldıktan sonra yapılan soruşturmada Ankara valisi Y. Galip Bey'in bu işte parmağı olduğu anlaşılıyor. Yargılanmak için Ankara'dan valinin Yozgat'a gönderilmesi istenmesine karşın gönderilmiyor. İlginç değil mi?
Daha da ilginç olan, Bütün bu ayaklanmalara öncülük edenlerden hiç biri "HAİN" olarak anılmayıp, bu ayaklanmaları bastıran Ethem Bey adının önüne "ÇerkeZ" toplumunun genelini ifade eden adı ve onunda önüne "HAİN" yaftası yapıştırılarak anılmasıdır.
Ve hatta ayaklanma bölgelerinden tek bir köyün bile sürgün edilmeyip, bu ayaklanmaları bastıranların Bandırma, Gönen ve Manyas'taki köyleri sürgüne tabi tutulması nasıl izah edilebilir?
Savaşlar içerisinde pişmiş biri olarak Ethem Bey beklentilerin aksine kestirmeden değil, Alaca tarafından dolaşarak Yozgat'a girerek beklenmedik bir baskın yaptığı için Çapanoğlu'nu alt etmesi de pek zor olmadı. Açtırdığı soruşturma sonucunda sözde isyanı dönemin Ankara valisi Yahya Galip Bey'in tezgahladığını öğrenir öğrenmez Ankara'ya telgraf çekerek suçlunun derhal kurulan mahkemeye gönderilmesini istemesine rağmen hamileri tarafından acilen sahte sağlık raporu düzenlenip sağlığı bahane edilerek gönderilmiyordu. Ethem Bey ardarda çektiği telgraflarla defaten gönderilmesini talep etmesine rağmen, olumsuz karşılanmasına tahammülü kalmamıştı. Ankara'daki bağlantıları sayesinde aldığı bilgiler böyle bir sağlık problemi olmadığı yönünde olunca onun himaye edildiğini, dolayısıyla bu olayda suç ortaklığı olduğunu anlayabilmişti sonunda. Buda yetmiyormuş gibi Ethem Bey'in bölgede yaşayan Alevilerden Kuvva-i Seyyare için 500 kişilik asker toplama girişimi dahi engellemeye çalışılıyordu. Buna rağmen Alaca Alayı adını verdiği150 kişilik bir kuvveti saflarına katabilmişti. Artık "takke düşmüş, kel görünmüş"tü. Gerçek niyetlerinin anlaşıldığını bilen 3lü yeni planlar hazırlamak için zaman kazanmak amacıyla halen Yozgat'ta olan Ethem Bey'e Yunan birliklerinin sakin olduklarını bildiren bir telgraf çektiriyordu. Bu bilgi ışığında Ethem Bey rahatlıyor ve aylardır savaş, yolculuk ve sözde isyanlarla uğraşmaktan bunalmış birliklerine on günlük istirahat veriyordu.
Yozgat ayaklanmasını bastırmayı kabul etmek için Ethem Beyin şart koştuğu, Fevzi Paşanın da kabul ettiği halde Salihli Cephesinin sorumluluğunu Ethem Bey cepheye dönene kadar alması gerekirken, neden beklemeden Ankaraya dönmüştür?
Yunan tarafının sakin olduğuna inandırılan, hem batı cephesindeki hemde Yozgat'taki Kuvva-i Seyyare'nin rahatlığından faydalandırılan Yunan birlikleri ani bir taarruza kaldırtılıp, Gediz üzerinden iki kola ayrılarak ilerledi. "sol-sağ 1-2, selam dur", "rahat", "hazır ol" komutlarını uygulamaktan başka becerisi olmayan, hiç bir çarpışma yaşamamış, üç top sesi duyunca çil yavrusu gibi dağılan düzenli ordu! askerleri, Kuvva-i Seyyare'ye nazaran, silah ve cephane yönünden kıyaslanamayacak kadar üstün olmasına rağmen, bu ilerleyişe hiç bir direnç göster(e)memişti. Bir kol Balıkesir, diğeri ise Bursa üzerinden Eskişehir'in bazı bölgelerini ele geçirdi. Buradan ayrılan bir kol da Afyon'a doğru çok rahat bir şekilde ilerliyordu. Yozgat'takileri panikletip kendileriyle uğraşmaya zaman bırakmadan tekrar cepheye koşmaları sağlanmalıydı. Plan aynen uygulandı. Bu onu ortadan kaldırmak için yeni bir şans demekti aynı zamanda. Ankara'dan hemen durumu haber veren bir telgraf çekip, Ethem Bey'in oraya geldiğinde başlarına gelecekleri de çok iyi bildiklerinden, apar-topar Ankara'yı terketmek zorunda kalmışlardı.
Ethem Bey Ankara'ya geldiğinde, dönen dolaplardan habersiz halk onun gerçek bir ayaklanmayı daha bastırdığını zannederek büyük bir coşku ile karşılıyordu.
-Halaskarımız!
-Münc-i Millet! tezahüratları çınlıyordu geçtiği Ankara sokaklarında.
Ankara'da yapılan durum değerlendirmesinde kendisine düşen görev Yunan birliklerinin kontrolüne geçen Kütahya ve Demirci civarında hakimiyeti tekrar ele geçirmekti. Derhal Eskişehir üzerinden Kütahya'ya hareket edilmişti. Kütahya'da tıpkı Sinop Cezaevinden Yakup Cemil ve Deli Halit Paşa ile birlikte mahkumları Doğu Cephesine dahil ettikleri gibi, tarihte eşine az rastlanacak dahiyane bir hamle ile hapishanedeki mahkumlardan oluşturduğu bir taburu da kuvvetlerine katarak, buradan Demirci'ye giderken Simav'da gerçek bir iç isyanı da bastırmak zorunda kalıyordu. Demirci'nin Yunan eline geçmesinden cesaret alan Simavlı Rumlar oradaki Kuvva-i Milliye karargahına saldırarak duruma hakim olmuşlardı. Ethem Bey Demirci'ye ulaşmak için buradan geçmek zorundaydı. Ancak Yunanlıları hazırlıksız yakalamak istediğinden, onlarla çatışmadan sessizce geçip gitmek istiyordu. Her tarafa silahlı adamlar yerleştirmiş Simavlılar kendilerine aşırı derece güveniyorlardı ve buna izin vermek istemiyorlardı. Ethem Bey için başka çare yoktu, onlarıda çok kolay bir şekilde paçavraya çevirmesi hiçte zor olmamıştı. Ancak buradaki çatışmada yaralanmıştı. Simav' a en yakın tek Adğe köyü olan Kiçir Xableye giderek orada Met Salih Bey'in Xaçeşinde tedavisi yaklaşık olarak bir ay kadar sürdü. Köy ahalisi bu tedaviye öyle ihtimam gösteriyordu ki, üzerine sinek bile konmasına imkan vermiyorlardı. Met Salih Bey ve köyün Tağemateleri bir gün Ethem Bey'i ziyarete gittiklerinde Tağemateler sitemkarane;
-Ethem! Bu Kemal ile İsmet'e dikkat et! Onlar sonunda seni öldürecekler! Onlar için savaşma! diye nasihat ederler.
-Ben onlar için değil, Millet için, Allah rızası için savaşıyorum! diye cevap verir.
Ağabeyi Tevfik Beye devrettiği Kuvva-i Seyyare hiç vakit kaybetmeden Demirci'ye doğru harekete geçmişti. Demirci'de Yunanlılarla günlerce süren çok çetin bir mücadeleden sonra duruma hakim olan yine Ethem Bey'in Kuvva-i Seyyaresiydi. Ethem Bey üzerine düşen görevi yine başarıyla yerine getirmişti. Afyon ve Uşak cıvarı kurtarılmayı beklerken diğerleri birşeyler yapmak yerine, hala yeni tezgahlar planlamak üzere görev yerlerini terkedip Ankara'ya kaçıyorlardı. Onlar başka hesaplar peşindeydiler. Kendilerinin halletme sözü verdikleri bu bölgede hiçbir girişimde bulunmamış, tam aksine buranın kurtarılma yükünüde Ethem Bey'in üzerine yıkmışlardı. Kara harekatıyla Kuvva-i Seyyarenin hakkından gelinemeyeceğini anlayanlar, Yunanlılara artık uçaklarıda kullandırmaya başlamıştı. Ethem Bey çaresiz Kuvva-i Milliye uçaklarının yardımını istiyordu ancak onlar düşman kuvvetlerini vuracakları yerde sözde yanlışlıkla(!) Kuvva-i Seyyare birliğini bombalıyordu. Hiç ummadıkları bu saldırıya hazırlıksız yakalanan Kuvva-i Seyyare askerleri büyük kayıplar vermişlerdi. Yinede büyük bir özveri ile mücadele etmiş ve bölgeyi Yunan birliklerinden temizlemişlerdi.
Ethem Beyin zaten yerinde olmayan vücut sağlığı o denli bozulmuştuki bu aylardır süren mücadele boyunca, artık tedavi olma mecburiyeti hissediyordu. Bu amaçla Kuvva-i Seyyarenin komutasını ağabeyi Tevfik Bey'e bırakarak Ankara'ya gitmek zorunda kaldı. Buradaki tedavisi sırasında ziyaretine gelen vekillerden bazıları ona Ankara'da yaşanan siyasi çekişmeler konusunda bilgiler veriyor ve Ethem Bey'in hiçbir mevki, makam ve paye edinme amacı olmamasına karşın, cephede göstermiş olduğu olağanüstü başarılardan dolayı onu kurmak istedikleri Yeşil Ordu'nun başına getirmek istiyorlardı. Ancak bu kurulmak istenen Yeşil Ordu malum odakların yüz yıldır yapmaya çalıştıkları amaca hizmet etmekten öte, tam aksine onların tamamen tasfiyesi anlamına geliyordu ki, buna asla izin veremezlerdi. Bu ordu tamamen halkı gözeten, diğerlerinin kuracakları düzenli ordu ise, egemen sınıfın çıkarlarını korumaya yönelik olacaktı.
Dahiliye Vekili Seçiminde Kendi Ayağına Sıktığı Kurşun
Ankara'daki meclis bu iki kanadın siyasi arenası durumuna gelmişti. Muhtelif mevki ve makamlara aday olarak Yeşil Orducular tarafından desteklenen vekiller oylamalarda galip gelerek seçimi kazanmalarına rağmen, diğer kanadın önde gelenleri tarafından haklarında uydurulan yalan ve iftiralarla karalama kampanyaları yüzünden yıpratılıyor ve istifa etmeye zorlanıyordu. Öylesine ustaca entrikalar yapılıyordu ki düzenli ordu kanadının başı tarafından, Yeşil Orduyu destekleyen ve meclis seçimlerinde kendilerini alt eden Tokat Milletvekili Nazım Beyi bile, Ethem Bey'in nüfuzunu kullanarak istifaya zorluyorlardı. Ethem Bey Nazım Bey olayında belkide hayatının en büyük hatasını yaptı. Nazım Beyi istifa ettirip yerine İleride kendine karşı kullanılacak olan Refet Belenin Dahiliye Vekili olmasını sağladı.
Eğer demokratik bir şekilde seçimi kazanarak o makamı hak etmiş Nazım Beyi istifa ettirmeseydi ve Dahiliye Vekili görevinde o olsaydı, bugün tarih çok farklı bir mecrada ilerleyecekti kesinlikle.
Ethem Bey aldığı Adğe terbiyesi sebebiyle büyüklerine karşı aşırı derece saygılı, fakat burnunun dibinde yaşanan entrikaları görmekten aciz ağabeyi Reşit Bey'e aşırı güven ve itaatkar olması, riyakarlar tarafından çok iyi biliniyor ve ustaca kullanılıyordu.
Pşışawko Reşit Bey |
Bütün idari makamları kendi amaçlarına hizmet edecek kimselerle dolduruyorlardı.Yapılan hesap önce Ethem Bey'i yalnızlaştırıp, sonra açıkça saldırmaktı. Ethem Bey'le uyumlu çalışan her kim varsa türlü gerekçelerle onunla direk ilişkili olamayacağı veya etkili olamayacağı başka makamlara kaydırıyorlardı. Ethem Bey politikanın yabancısıydı ve açıkçası siyaset, politika, mevki, makam herhangi bir paye hiç umurunda bile değildi. Onun tek derdi hasbelkader yaşadığı vatanı emperyalist güçlerin elinden kurtarmaktı. Ancak şunu bilmiyorduki, emperyalistlerin parmağı burunlarının dibindeydi ve her zaman öyle olacaktı.
Entrikaların Zirve Yaptığı Dönem
Ethem Bey tedaviye cevap veriyor ve birkaç gün sonra sağlığına tam olarak kavuşmamış olsa bile biraz toparlıyordu. Ona rahat haramdı sanki. Daha sağlığına tam olarak kavuşamadan Kütahya cephesinden kötü haberler gelmeye başlıyordu. Hemen tedaviyi yarıda kesip cepheye dönmeye karar veriyordu. Tezgahlar bir türlü bitmek bilmiyordu. Oraya vardığında Konya'da Delibaş namında birinin büyük bir isyan başlattığı ve Ankara'dan gelen bir emirle bu sözde isyanıda Ethem Bey'in bastırması isteniyordu. Bu oyuna çok gelmiş olan Ethem Bey, artık bu tür şeylere ehemmiyet vermiyordu. Bu görevi ne kendisi nede ağabeyi Tevfik Bey kabul etmese de, aşırı ısrar karşısında birliklerinden bir kısmının bu göreve katılmasına izin vermek zorunda bırakılıyordu. Kuvva-i Seyyarenin bu göreve katılması demek, oraya yardımdan çok bu görevin kendi üzerine yıkılması demek oluyordu. Hemen akabinde Kuvva-i Seyyare kuvvetlerinin sayıca azaltıldığı tarafta Yunan birlikleri ile Gediz'e büyük çaplı bir saldırı başlatılıyordu.
2. Gediz Muharebesi
Ethem Bey, Redd-i İlhak mücadelesine başlayalı iki yıla yakın bir zaman olmasına ve Kuvva-i Milliye düzenli ordusunun güçlenmesi için yaptığı onca desteğe rağmen, düzenli ordu Yunanla çarpışmadan her daim men ediliyor, sürekli ricat emri uygulatılıyordu. Ethem Bey'in ilk defa Kuvva-i Seyyare ile düzenli ordunun müşterek bir muharebe uygulama düşüncesine Ali Fuat Paşa hemfikir olunca, bu kararlarını Ankara'ya da bildirdiler. Bu Ankara'dakilerin hiç işine gelecek bir durum değildi. Eğer Kuvva-i Seyyare ile düzenli ordu birlikte savaşmaya başlarsa, Yunan'ın buna karşı koyabilmesi ve tutunabilmesi imkansızdı. Ankara'nın karşı çıkmasına rağmen ikili bu kararlarını uyguladılar.
Bu çatışmalarda Yozgat'taki alevilerden oluşturulan 150 kişilik Alaca Alayı, Ankara'dan alınan bir talimatla İnönü ve Refet Bele tarafından bozgunculuk yapması için özel olarak gönderilen fitneciler;
-"Hükümetin düzenli ordusu dururken Ethemin çetesine(!) katıldınız. Bunun hesabını vereceksiniz." diye tehdit edilince, onlarda;
-"Madem hem savaşıp hemde ceza göreceğiz, neden burda ölelim" diyerek cepheden firar ediyorlardı. Yalnız kalan diğer kuvvetler çok şiddetli geçen çatışmalar sonucunda ilk önce gerilemek zorunda kalmış olsalarda, daha sonra toparlanabilmişlerdi. Hem Kuvva-i Seyyare hemde Yunan birliği çok büyük kayıplar verdiği halde Yunanlılar hızla bölgeyi terketmek zorunda kalıyordu yine. Bu ilk ve tek müşterek savaşta zafer kazanılmıştı. Ancak bu zafer Ankaranın hiç hoşuna gitmedi. Bu muharebe akabinde Yunanistan karışmış uğranan hezimetten dolayı Yunan Kralı cunta tarafından devrilmişti. Ethem Bey ile Ali Fuat Paşanın popülaritesin bir an evvel ortadan kaldırılması elzemdi Ankara için.
Neşriyatın önemini çok iyi biliyorlardı. Eskişehirde yayınlanan Yeni Dünya Gazetesi Ethem Beyin adeta sözcülüğünü yapıyordu. Ethem Beye karşı başlatacakları kara propaganda karşısındaki bu gazetenin, Ethem Beyin elinden alınması gerekiyordu. Bu zoraki/cebren yapılabilecek bir şey değildi. Bu gazetenin Ankaraya taşınması ihtiyacı varmış gibi Ethem Beyden izin istediler sinsice. Ethem Beyde bu fikre kanarak gazetenin naklini onayladı ve adeta kendi ümüğünü sıktı.
Kendi yol açtıkları zararları Ethem Bey ve Ali Fuat Paşanın hatası imiş gibi lanse ederek Ali Fuat Paşayı Batı Cephesi Komutanlığı görevinden alarak Moskova'ya Askeri Ataşe olarak göndererek Ethem Beyi yalnızlaştırma hamlelerine başladılar.
Ethem Bey, Alaca Alayı konusunda maşalık eden kişiyi tespit etmiş ve İstiklal Mahkemesine şikayet ederek yargılanmasını istemiş olması, hamilerinin zıvanadan çıkmasına yol açmıştı.
Bunun üzerine tuz biber eken diğer olay ise, Kütahya'ya Kuvva-i Seyyare aleyhine faaliyet göstermek amacıyla tayin ettikleri mutasarrıfı, faaliyetlerinden dolayı Tevfik Bey'in idam etmekle tehdit etmesiydi. Ankara'daki gizli eller dışarıdan veya açıkça karşısına geçerek alt edemedikleri Ethem Bey'i içeriden fitne fesat yayarak yıkma çalışmalarına büyük bir hızla başlamışlardı. Düzenli ordu bünyesindeki subaylarını Kuvva-i Seyyare içine nifak sokmak için kullanıyorlardı. Bundan başka bölgedeki Ethem Bey'in en büyük destekçisi olan Demirci Mehmet Efe'yi de hedeflerine almışlar, en yakın adamlarını bile ona karşı kışkırtarak bir suikast yapmaya teşvik eder olmuşlardı. Ethem Bey'i tamamen yalnız bırakabilmek için Demirci Mehmet Efe de ortadan kaldırılmalıydı. Artık Kuvva-i Seyyare içerisine malum odaklar tarafından sokulan fitneler yüzünden cadı kazanı gibi kaynamaya başlamıştı.
Tüm bunlar Ali Fuat Paşa Batı Cephesi Kumandanlığı'ndan alındıktan ve yerine İnönü getirildikten sonra ayyuka çıkmıştı. Ali Fuat Paşa döneminde sinsice kurulabilen tezgahlar şimdi daha kolay ve aşikar şekilde uygulanabiliyordu. Ethem Bey ortaya çıkan bu olumsuz gelişmeler hakkında görüşmek üzere Ankara'ya giderek hesap sorduğunda, hem riyakarca inkar ediyorlar, hem daha sonra tekrar her türlü entrika çevirmekten geri kalmıyorlardı. Kendisine karşı açıkça meydan okunmadığı için bir şey yapmadan tekrar cepheye dönen Ethem Bey'e başarısız bir suikast girişiminde bulunmuşlarsa da muvaffak olamamışlardı. Bu defa çok kapsamlı bir plan kurarak bir bahane uydurup onu sağlık problemi olmasına rağmen(!) Ankara'ya gelmeye mecbur bırakmışlardı.
Plan şuydu;
Güya Sadrazam Ahmet İzzet Paşa ve yanındaki heyetle Bilecik'te görüşecek ekibin içinde Ethem Bey'in de olması gerekiyordu. Bu nedenle gayet doğal olarak yanına büyük bir kuvvet almak yerine birkaç korumasıyla katılacaktı.
Topal Osman |
Karadeniz bölgesinde Pontus Rumlarına karşı mücadele eden Topal Osman ve yaklaşık 50 kişilik silahlı kuvveti dikkat çekmemesi için sivil kıyafetle trene alınacak müfreze tarafından, mümkünse tren yolculuğunda, olmazsa Bilecik'te Ethem Bey ve adamları kesin olarak ortadan kaldırılacaktı. Ethem Bey'e yapılacak suikast sebebiyle Eskişehir'de olabilecek bir halk ayaklanmasına karşı cepheden bir hücum kıtası getirilmiş, Kuvva-i Seyyare tarafından gelebilecek herhangi bir saldırıya karşı da Porsuk Köprüsü cıvarına bir alay asker yerleştirilmişti. Fakat evdeki hesap yine çarşıya uymadı.
Tren Garında Topal Osman ve yanındaki bunca silahlı kişinin olmasından şüphelenen Hacı Şükrü Bey Ethem Bey'i ve korumalarını uyarmıştı. Trende dost bildiği kişilerin çokluğundan dolayı böyle bir şeye ihtimal vermese de, korumaların aşırı titiz hareket etmelerinden Eskişehir'e gelinceye kadar böyle bir suikast imkanı oluşmamıştı. Burada trenin uzun süreli bir ikmal molası verecek olmasından ve Ethem Bey'in istirahat ihtiyacı hissetmesi sebebiyle, ayrıca iki düzenli ordu subayının kendisiyle görüşme konusundaki ısrarları karşısında, Kuvva-i Seyyare için oluşturdukları karargahta konaklamaya karar vermişlerdi. Ethem Bey'in yüzyüze görüştüğü, kendisi hakkında olumlu ve iyi niyetli düşünceye sahip bu subaylar bilgileri dahilindeki bu suikast planını ayrıntıları ile anlatarak, hazırlanan tuzağa düşmekten kurtarmışlardı. Ethem Bey acilen korumalarını arttırarak uygun yerlere yerleştirmişti. Bu olağandışı değişikliği gören suikast işbirlikçileri, niyetlerinin öğrenildiğini tahmin ederek, bu durumu derhal planlayıcılara bildiriyor ve bu işin kendileri açısından çok kötü sonuçlar doğurabileceğini bildiklerinden, Ethem Bey'in trene gelmesini beklemeden treni hareket ettirerek kaçıyorlardı. Ethem Bey kendisi için burada durmanın bundan böyle çok tehlikeli olabileceğini anlamış ve oda derhal cepheye dönmeye karar vermişti. Onunla beraber Hacı Şükrü Bey de Kütahya'ya gelmişti.
Bu suikast olayı Ethem Beyle Ankara arasındaki ilişkilerde tam bir kırılma noktası oluyordu. Suikastin gerçekleştirilemeyişinin sorumlusu olarak Hacı Şükrü Bey'i gören Ankara'dakiler, onunla görüşme bahanesiyle makam odasına davet ederek hesap soruyor, tartışma alevlenince hazırda bekleyen Topal Osman tarafından öldürülüveriyordu. En önde gelen siyasi rakiplerini böylece ortadan kaldırmış oluyorlardı.
Artık herşey ortaya çıkmıştı. Ne pahasına olursa olsun Ethem Bey ortadan kaldırılmalıydı. Düzenli ordu kuvvetleri Kütahya'daki Kuvva-i Seyyare üzerine saldırmak için Eskişehir bölgesinde yoğunlaştırılıyordu. Aynı zamanda Kuvva-i Milliye kumandanlarına sanki bütün problemler Ethem Bey tarafından çıkarılmışta, kendileri iyi niyetle barış teklif ettikleri halde Ethem Bey barış yapmaya yanaşmıyormuş ve bu işin artık barış yoluyla çözülemeyeceğini, bundan böyle güç kullanmak gerekeceğini belirten telgraf çekmeyi de ihmal etmiyorlardı. Tüm hazırlıklar tamamlanınca Kütahya'da bulunan Kuvva-i Seyyare üzerine saldırmak gayesiyle harekete geçildi.
Manidar olan; Kuvva-i Seyyare ye oranla kıyaslanamayacak kadar ateşgücü üstünlüğü olan, gerçek hainlerin güdümündeki düzenli ordu , Yunan işgalinden bu yana işgalcilere karşı ne tek bir saldırı, nede tek bir savunma gerçekleştirmemiş olduğu halde, işgalin başından beri Yunan birlikleriyle mücadale eden tek unsur olan Kuvva-i Seyyareye bu hassas dönemde saldırmaktan ve ülkeyi bir iç savaşa sürüklemekten imtina etmemiştir.
Ethem Bey, Gediz üzerindeki kuvvetlerine saldırılınca çaresiz kalarak, nefs-i müdaafa icabı, üzerine gönderilen kendi kuvvetlerinin çok üzerinde olan bu kuvveti darmadağın etmesine rağmen, tamamen imha edebileceği halde, hem bir iç savaş yaparak kardeş kanı dökmemek, hem de bunun ileride yol açacağı sonuçların vebalini göze alamadığından, imha etme yoluna gitmemiş, bu çatışmadan istifade ederek iç kısımlara ilerleyen Yunan birliklerinin daha da ilerleme riskini ortadan kaldırmak için, onları desteksiz bırakabileceği Gördes civarına çekilerek tekrar Yunan hatlarını zorlamaya başlamıştı.
Bu açmaz içerisinde olmanın psikolojisi ile meclise gönderdiği telgrafta yazdıklarında yerden göğe kadar haklı olmasına karşın, beylerin hoşuna hiç gitmeyen bu yaklaşım yüzünden o güne kadar meclis çoğunluğunun desteği aleyhine dönüyordu. Böylece başlatmış olduğu kurtuluş mücadelesi boyunca, Osmanlıyı yıkma gayretlerinin önündeki en büyük engel olan kendisini ortadan kaldırmayı tek amaç edinmiş gerçek "HAİN" lerin ekmeğine yağ sürmüş oluyordu. Bu telgrafı son derece abartarak vekillere okuyan gerçek hainlerin başı, yapılan oylamadaki oy fazlasıyla Ethem Bey ve ağabeylerini "HAİN"ilan ettirmeyi başarıyordu. Daha önceleri Ethem Bey'den bahsederken, yada çektikleri telgraflarda "Beyefendi" sıfatı kullanırlarken, "HAİN"in yanına birde "ÇERKEZ" liğini de vurgulayarak, milli mücadelenin en başından beri hep en ön saflarda olmuş tüm Kafkas kökenli fedakar, vefakar, cefakar insanlarıda bu "HAİN"sınıfına dahil ediyordu GERÇEK HAİN ler.
Ethem Bey'in böylesi bir iç savaştan kaçınıp tekrar Yunanlılara karşı cepheye dönmesi, Yunan birliklerinin Eskişehir bölgesini mecburen boşalmasına neden oluyor, hazır boşaltılmış bölgeye hiç savaşmadan düzenli ordu birliklerini yerleştiren "HAİN" ittifak sanki kendileri savaşarak bir zafer kazanmış gibi meclise yansıtıyordu. Meclisten aldıkları yetkiyle tekrar düzenli ordu birliklerini Kuvva-i Seyyare üzerine daha bir arsızca göndermesi karşınında durumun vahametini gören Ethem Bey, hiç savaşmadan geri çekilirken;
- "Şö şeşoğ, Şö şeşoğ" (Havaya atın, havaya atın.) diye emrederek, hem kardeş kanı dökmemeye, hemde karşı karşıya kaldığı düzenli ordu birliklerinin hızını kesmeye çalışıyordu.
Kuvva-i Seyyare'nin kurmay heyeti toplanmış ne yapacaklarını karar vermeye çalışıyorlardı. Dışarıda merakla ve heyecanla bekleyen askerler tezahürat yapıyorlardı;
-ANKARA! ANKARA!ANKARA!!!
Tam 376 çarpışmadan hiç yenilmeden her birinden zaferle çıkan Cengaver Ethem Bey ile, bir iç savaşın doğuracağı vahim sonuçları çok iyi görebilen Pşışawko kardeşler, tarihte eşi benzeri görülmemiş bir strateji geliştirmek zorunda bırakılmışlardı. kendileri aylardır savaştıkları düşmandan geçiş izni isteyerek cepheyi terk edip, lağvettikleri Kuvva-i Seyyare askerlerini, maaşlarını son kuruşuna kadar ödeyip artan parayı da Parti Pehlivana teslim ederek kendilerine karşı cephe açmış Kuvva-i Milliye birliklerine katılmaları için serbest bırakmışlardı.
Kuvva-i Seyyare dağıtılınca meydanı boş bulan Ankara'nın güdümündeki jandarma birlikleri, Manyas, Gönen, Bandırma, Biga, Kirmasti, Mihaliç, Susurluk ve hatta Balıkesir cıvarlarındaki Adığe köylerine muhtelif zamanlarda baskınlar yapıyordu. Ne kadar Adığe genci yakalarlarsa hiçbir gerekçe göstermeden tutuklayıp, usulen yargılandıktan sonra, bahsi geçen yerlerde kurulan darağaçlarında her gün en az bir düzinesi idam edilerek, tam bir soykırım uygulanmıştı. Bu durumdan endişe duymaya başlayan Çerkesler, erkek çocuklarını damda, samanlıkta, hayvan ağıllarında veya bağ evlerinde saklamaya başlamışlardı.
Bununla da yetinilmemiş, 1922 sonları ile 1923 ilk yarısında Manyas, Gönen ve Bandırma civarındaki 14 Adığe köyü sakinleri peyderpey Taa Suriye hudutlarına kadar sürgüne tabi tutulmuşlardı. Nasıl bir nefretse bu, güzergahları üzerindeki yerleşimlerde yaşayanlara da sıkı sıkı tembihlemişlerdi ki;
-Bu gavur Çerkezler çok vahşidirler. Sakın ola ki bunlara yaklaşmayın. Birşey isterlerse katiyyen vermeyin.
Yok pahasına sattıkları mallarından elde ettikleri paralarıyla alış veriş dahi edemiyor, yiyecek ihtiyaçlarını bile gideremiyorlardı. Taa ki bir Cuma günü trenin mola verdiği bir yerde sela verildiğini duyan bir yaşlının Cuma namazı kılmak için izin isteyip, buna izin verildiğinde bütün Adığe erkeklerin sevinçle cuma kılmaya geldiğinde ahali anlıyor ki bunlar gavur falan değil kendileri gibi müslüman bir toplum. Bütün endişeleri ortadan kalkıyor, kimin evinde yiyecek türünde neyi varsa onlarla paylaşıyordu.
1930 lu yıllarda Almanya'da tedavi olurken çekilen röntgen filminde Ethem Beyin yüreğinin normal bir insan yüreğinden çok büyük olduğunu fark eden Alman doktorlar, ondan yüreğini organ bağışı yapmasını talep etmişlerdi. Ethem Bey bu talebi kabul etmişse de, o günlerde Avrupa'da oluşan aşırı milliyetçisi siyasi iklim Ethem Beyi çok rahatsız etmişti. Tedavisini tam olarak tamamlayamadan Almanya'yı terk etmeye karar vermişti. Gidecek ülke araştırırken Mısır kralından çok cazip bir teklif alıyor ki;
Mısır Krallık sarayının baş muhafızlığı teklif edildiği halde kabul etmemişti. Ürdün'e geçerek tek gözlü bir kulübede yaşamayı seçmişti.
Makam hırsı olan bir adam böyle bir teklifi neden red etsin?
Sadece bu bile onu makam beğenmemekle suçlayanların yalanlarını çürütmeye yeter.
Yıllarca gurbet ellerde yaşamak zorunda bırakılan fedakar Pşışawko kardeşler, 150 liklere çıkan aftan sonra Ethem Bey hariç yurda dönmüşlerse de, tam bir açık cezaevi hayatı yaşamak zorunda bırakılmışlardı. Aile dışında kim onlarla selamlaşsa, yada konuşsa muhbirler tarafından jandarmaya ihbar ediliyordu. İhbar edilen kişi derhal karakola götürülüp saatlerce sorguya çekiliyor, dayak ve işkenceye maruz kalıyordu.
Ethem Bey ise, son ikamet yeri olan Amman'da tek odalı bir kulübede, komşu Adığe'ler tarafından getirilen yiyeceklerle karnını doyuruyor, aksi halde aç kalıyor fakat kimseden bir şey talep etmiyordu. Bu şartlarda dahi affedilmeyi kabul etmiyor, dönmek için adil bir mahkemede yargılanmayı şart koşuyordu. Adil bir mahkeme, kendisini HAİN olarak yaftalayanların tüm kirli çamaşırlarının ortaya dökülmesi anlamına geliyordu ki, bu konuda garanti veremiyorlardı kendisine.
Kendisini ikna etmeye giden tanıdık kişilerin elbiselerini kokluyordu bir nefes vatan havasının kokusunu ciğerlerine çekebilmek için koca Çerkez.
21 Eylül1948. Bir daha o havayı teneffüs edemeden bu dünyadan göçüp gitti o büyük cengaver.
Naaşını yıkayan imam cemaattekilere sorar;
- Bu rahmetli yaşarken ne iş yapardı? Vücudunda tam 17 kurşun yarası gördüm.
Ethem Bey'in hain olduğunu iddia edenlere durumu özetleyen bir anekdot;
Amcam Kuşçubaşına sorar;
- Yaa o kadar güçlüydük. Neden Ethem amca çekip gitti? der.
Eşref beyin cevabı;
- Evlat! İsteseydik Türkiye'yi kan gölüne çevirirdik. Ama biz burda misafiriz. Misafir olduğumuz yerde kan dökmeyiz...
- Evlat! İsteseydik Türkiye'yi kan gölüne çevirirdik. Ama biz burda misafiriz. Misafir olduğumuz yerde kan dökmeyiz...
5 yorum:
Pşışawo Ali Bey'in Emre Köy'de ki evinin arkasında "dutluk" dedikleri ipek böceği yetiştirmek için dut ağacı ile dolu bir bahçesi vardı.
Cephe de yaralandığı için nekahet dönemini evinde geçirmekte olan Ethem Bey bir dut ağacı na yaslanmış halde derin düşüncelere dalmış elinde ki bir dal parçasını kamasıyla yontuyordu.
O sırada lağvedilmiş bir Osmanlı subayı olarak evine dönmüş ağabeyi Reşit Bey oradan geçmektedir. Onun ne düşündüğünü biliyor olsa gerek ki;
- Çakır! Sakın ola o düşündüğünü yapayım deme. Deyip geçiyor.
Ethem Bey elindeki dal parçasını fırlatıp atıyor.
- Yapmıyorum işte bende.
Not: Olaya şahit olan Ethem Bey in amcasının kızı Pşışawyapx Cemile dir Ancak Ethem Bey o zaman ne yapmayı planlıyordu? Reşit Bey bunu nerden biliyordu? Bir Allah, birde kendileri biliyor.
Albay #HuştTahirŞevkiBey
Bir gün Tevfik Bey Emre Köy'deki kahvenin bir köşesinde tek başına otururken Jandarma içeri giriyor.
Jandarma Karakol Başçavuşu;
- Herkes ayağa kalksın. Arama var!
Tevfik Bey dahil herkes ayağa kalkıyor. Başçavuş Her hafta imza vermeye gelen Tevfik Bey'e karşı antipati beslediği için hemen onun yanına giderek her daim yaptığı gibi onu azarlıyor ve ağza alınmayacak küfürler ediyor. Tevfik Bey Başçavuşun hakaretlerine alışkın olduğundan ve çaresizlikten dolayı sineye çekiyor her şeyi. Tevfik Bey çekiyor da, o anda orada bulunan misafir Çerkeslerin çok ağırına gidiyor şahit oldukları durum. İçlerinden birisinin akrabası olan Bursa Bölgesi Jandarma Kumandanı Albay Huşt Tahir Şevki Bey'i Bursa'da ziyaret ederek durumu izah ediyorlar.
-Tamam. İlgileneceğim. Ben gerekeni yaparım. Siz durumu takip edin. diyerek onları yolcu ediyor Huşt Tahir Şevki Bey.
Ertesi gün tek başına doğru Dağkadı Karakoluna gidiyor. Başçavuşu da yanına alarak Önce Keçiler Köyü'ne uğrayıp birlikte Emre Köy'e geçiyorlar denetlemeye.
Yine tek başına kahvenin bir köşesinde oturan Tevfik Bey'e her zaman yaptığı hakaretlere Albay Tahir Şevki Bey gözleriyle şahit oluyor. Ancak hiç müdahale etmiyor. Birlikte yeniden Dağkadı'ya dönerken Emre Köyü eski mezarlığının yanına geldiklerinde Tahir Şevki Bey beylik tabancasının namlusunu Başçavuşun ağzına sokuyor.
-Eğer bir daha o adama en ufak bir saygısızlık yaptığını görür yada duyarsam, seni bu mezarlığa diri diri gömerim. Bundan sonra ayağını denk al. Yoksa karışmam. diye tehdit ediyor.
Tevfik Bey bu olaydan sonra o Başçavuşun hakaretlerinden kurtuluyor.
Vatan için bunca fedakarlıklar yapan bu insan 1948 de Emre Köy'de göz hapsinde iken vefat etmiştir.
Allah Rahmet Eylesin! Nur içinde yat ey Thaemate.
GENERAL KAZIM KARABEKİR PAŞA'NIN M.KEMAL İÇİN YAZDIĞI ŞİİRDİR.
Kitaplarımı Yaktırana-
sende kuvvet varsa bende de hakikat var,
kuvvet sistir kalkar, hakikat güneştir doğar,
ben korkmam kuvvetten, sen de korkma hakikatten,
ondan korkanlar ayrılamaz zulüm ve zulmetten.
halbuki,
kimde hakikat gördünse sen ondan çok korktun,
tevkifler yaptın, evleri bastın.
neydi kastın?
çok insan astın.
tevkif olundum, köşküm basıldı,
dört çuval evrakım da alındı,
üç bin kitabım gece yakıldı,
yıllarca peşime hafiye takıldı.
fakat gördün ki, hiç korkmam ben,
niçin ya hala sen
korkuyorsun hakikatten?
kazım karabekir
sebil, 13 şubat 1976, s.3.
MİLLİ MÜCADELE SADECE BANDİRMA VAPURU İLE DEĞİL BİZZAT BANDIRMA DAN BAŞLAMIŞTIR
Eski Bahriye Nazırı, ünlü Hamidiye Kahramanı Çerkes Hüseyin Rauf (Orbay) İzmir’in işgalinden hemen sonra 25 Mayıs 1919 da yanına daha sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin Ticaret Bakanı olan Nazmi Bey’i, Trabulusgarp Savaşı gazisi daha sonra TBMM’ye İzmit Milletvekili olarak girecek olan İbrahim Süreyya (Yiğit)’yı, o zaman yüzbaşı rütbesindeki daha sonra General olan Osman Tufan Bey’le birlikte Hint İhtilalcilerinden Peşaverli Abdurrrahman Bey’i alarak gizlice İstanbul’dan Bandırma’ya gelir.
Yanındaki şahısları bir mahalle kahvesinde bırakan Hüseyin Rauf (Orbay) Bey daha önceden tanıdığı Reşit, Tevfik ve Ethem kardeşlerin evlerinin kapısını gecenin geç saatlerinde tek başına çalar.Kapıyı evde hasta yatan Ethem açar ve karşısında sivil giyisiler içinde tanınmayacak bir şekilde giyinmiş eski kumandanı Hüseyin Rauf (Orbay) Bey’i görünce çok şaşırır.
Rauf Bey, Ethem’i Birinci Dünya Savaşı’ndaki “Gerilla” harekatlarındaki başarılarından tanımaktadır. Onüçüncü Kolordunun Hemedan’ı işgal ederek Asya içlerinde yol açma harekatında Kabil’e kadar inen akıncıların başında bulunan Ethem’in savaş taktiğini komutanı olarak büyük bir hayranlık ve takdirle karşılamıştı.
Hüseyin Rauf (Orbay) Bey hatıralarında Ethem’e söylediklerini şöyle anlatır:
“Çok kalacak değilim ETHEM .Kardeşlerin Manyas’ta ise yolumu oradan geçirir kendileriyle görüşürüm.Fakat benim asıl görüşmek istediğim sensin.Yunanlılar buralara da sarkacaklar.İleri hareketler çok yakında başlayabilir.Padişah ve Ferit Paşa Hükümeti bu istilaya karşı hiçbir şey yapamazlar.Ne yapacaksa millet kendisi yapacaktır.
NAMUS VE VARLIĞINI MÜDAFAADA KENDİSİNE LAYIK EVLATLARINI DA BAŞINA GEÇİRECEKTİR.
Ben buraya birkaç itimat edilebilir arkadaşımla geldim.Bu mıntıkayı dolaşacağım.Vatanseverleri uyandırmaya çalışacağım.
MİLLETİNİ SEVEN, ESARET ALTINA SÜRÜKLEMEKTENSE ÖLÜMÜ TERCİH EDENLERLE EL ELE, GÖNÜL GÖNÜLE VEREREK VATANI KURTARACAĞIZ.
Bütün mesele bizim zaman kazanmamızdır.Bu da halkın derhal silaha sarılmasıyla mümkündür.Seni ve kardeşlerini bunun için görmeye geldim..”(Rauf Orbay-Siyasi Hatıralar)
BU konuşmalar üzerine ETHEM BEY 'İN
BABASI ALİ BEY:
ÇAKIR BİR vatanımızı kaybettik bunu da kaybetmeyelim üzerine düşeni yap der ve bu konuda ETHEM BEY
BABASİ ALİ BEYIN de onayını almış olur.
Bu görüşmeden sonra hasta yatağını terk eder ve yanına 8 arkadaşını alarak Bandırma’dan Ayvalık’a gelir.Çok geçmeden Soma’ya iner.Burada Albay Kazım (Özalp) Bey’den bir miktar silah ve cephane alarak Salihli’ye geçer.
Karargahını Salihli de KUŞÇUBAŞI EŞREF SENCER BEYIN çiftliğinde kurar Ethem bey buradaki silahlı Dramalılarla birleşir.Gönen, Balıkesir, Kirmasti(bu günkü Mustafa Kemal Paşa), Susurluk, Bandırma, Manyas ve Bursa’da tanıdığı Çerkezlere haberler gönderir.Eli silah tutan Çerkez gençleri kuvvetleri arasına katılmaya çağırır ve çağrısına uyan Çerkezler büyük topluluklar halinde Ethem beye katılır.
Bandırma’dan 8 arkadaşıyla yola çıkan Ethem bey kısa sürede Balıkesir’den Uşak’a uzanan bölgenin en büyük vurucu “Milli” Kuvveti olur.
Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Milli Mücadeleyi örgütleyebilmesi, İstiklal Savaşı için düzenli ordunun araç, gereç donanımı ve düzeninin sağlanabilmesi için TBMM’ye ve Mustafa Kemal’e zaman kazandıran, Yunan işgalinin hızını keserek büyük kayıplar verdiren, Kuvayı Milliye ye karşı devrim hareketlerine girişen Anzavur, Adapazarı, Düzce-Bolu ayaklanmalarını bastıran ve Yozgat ayaklanmasının tehlikesi karşısında Büyük Millet Meclisi’nin çağrısı ile bölgeye giderek bu isyanı da bastıran, başarılarından dolayı TBMM’nin “Milli Kahraman” ilan ettiği, O dönem TBMM’nin ilk ve en kalabalık, en düzenli, en hareketli-atak, en vururcu-etkili “Milli” gücü ve devletleşme yolunda vücut bulmaya çalışan Türkiye Cumhuriyeti Toprakları nın
genel asayişi artık
Kuvay-ı Seyyare ve kumandanı Çerkez Ethem beyin Kontrolünde idi
İŞTE BAĞIMSIZ TÜRKİYE CUHMURIYETİ DEVLETİ BU ŞARTLAR VE VATAN SEVERLERİN EMEĞİ İLE BUGÜN VAR
HEPSİNE MİNNETTARIZ
ÇERKES ETHEM BEY 'İN İLK SİLAH VERİP MAHİYETİNE ALDIĞİ BAYAN ASKERİ NEZAHAT ONBAŞI KENDİ ANLATIMI
Nezahat Onbaşı’nın babası Hafız Halid Bey bir Osmanlı subayıdır. Çanakkale Savaşında 70. Alay Komutanlığı yapmaktadır. Hafız Halid Bey daha 24 yaşında bir subayken eşi Hadiye Hanım’ı kaybeder. Karısı o zamanların amasız hastalığı veremden ölür. O sırada kızları Nezahat henüz sekiz yaşındadır. Hafız Halit Bey kızını bırakacak bir kimse bulamaz. Zaman daralınca çaresiz kalır ve yanına kızını da alarak görevine koşar. Nezahat Onbaşı o sırada daha sekiz yaşında bir çocuktur. Dört yıl boyunca bu çocuk askerlerin arasında ve savaşın içinde büyür. 12 yaşına geldiğinde silah kullanmasını bilen, ata binen ve zaman zaman acemi askerlerin eğitimlerine katılan bir genç kızdır. Babasının bir sonraki görev yeri İzmit olur. Buraya geldiklerinde askeri eğitimlere daha kolay katılmaya başlar.
1920 yılında 12 yaşındayken kendisine Onbaşı rütbesi verilmiştir. Bundan sonra ilk olarak asker kıyafeti giymeye başlamıştır. Hatta ona ilk silahını Çerkez Ethem’in verdiği Onu silahsız görünce askerin mutlaka silahı olmalı diyerek ellerindeki bir Yunan filintasını ona vermiştir.
Kurtuluş Savaşı kazanıldıktan sonra Nezahat Onbaşı babası ile birlikte İstanbul’a döner. 1931 yılında Yüzbaşı Rıfat ile evlenir. İki kızı olur ve onları Kurtuluş Savaşı hikayeleri ile büyütür. Ölümüne yakın zamanlarda Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nde yatarken kızlarına, ölünce kendisinin al bayrağa sarılmasını vasiyet eder. Ölürken babam beni almaya geldi, alayın hepsi burada der.
Edebi huzura kavuştuğunda 86 yaşındadır. 24 Eylül 1994 yılında yaşama gözlerini kapamıştır.!
Ruhu şad olsun.!
https://www.facebook.com/378537065604428/videos/957085134416282/
Yorum Gönder